13 Aralık 2011 Salı

%100 ATATÜRK

Adı, Galip İnç. Tam 100 yaşında. Soyadını kendi seçmiş ulu bir çınar.Nazilli’yi Türkiye gündemine taşıyan “uzun ömürlü ihtiyar delikanlılardan” biri.


Kuşbaz mahallesinde kendine ait eski bir fırının bitişiğindeki odada, tek başına yaşıyor. Hayat arkadaşını yaklaşık 2 yıl kadar önce kaybetmiş. Çocukları var, anladığım kadarıyla Galip dedenin hayatına pek karışmıyorlar. Karışmıyorlar derken bundan “babalarıyla ilgilenmiyorlar” sonucu çıkarılmasın. Çünkü Galip dedenin onların bakımına pek ihtiyacı yok. Maşallah, her işini kendi görebilecek fiziki güce ve hayat düzenine sahip bu düzen içerisinde günlük yaşamını çocuklarının mesafeli gözetimi ve denetimi çerçevesinde özgürce sürdürüyor.

Sümerbank eksenli bir blok sayfasıyla Galip dedenin nasıl bir bağlantısı olabilir? Gibi bir soru aklınıza gelebilir. Hemen yanıtlayayım Galip dede Nazilli Sümerbank fabrikasının inşaatında çalışan ustalardan biri. Tanışmamızı Gıdı gıdı belgeseli için onu bize öneren Eşref Özbağcı kardeşimize borçluyuz.


Ön görüşme ve Gıdı gıdı belgesel çekimleri dolayısıyla Galip dede ile iki kez görüşmemiz oldu.100 yaşın verdiği zihin yorgunluğu ile soruları biraz geç algılayıp, cevaplaması dışında göze batan hiçbir problemi yok. Değişik zamanlarda yinelenen aynı sorulara yakın, yerinde ve doğru cevaplar veriyor.

Sümer park’ta yapılan Gıdı gıdı belgeseli çekimleri sırasında, fabrika arazisinin inşaattan önceki durumu, binaların yapım sıraları, zamanın ülke şartları, inşaat sırasında yaşanan ilginç olaylar ve Atatürk’ün katıldığı açılış töreniyle ilgili belgesel yönetmeni Yasin Ali Türkeri’nin sorularını tek tek cevapladı…


Şimdi parayla pek işi kalmasa bile gençliğinde çok para kazanmak için sıra dışı işler yapmış. Bu sebeple kısa bir Sümerbank çalışma hayatı sonrasında daha çok para kazandıracak işlere yönelmek için fabrikadan ayrılmış. Söz inşaat ustalığına gelince “ben iyi ustaydım” diye mesleğindeki ustalığını vurgulamayı ihmal etmiyor. Nazilli’de nasıl “domuz çiftliği “ açtığını, yetiştirdiği domuzları nasıl sattığını para kazanmak için yaptığı diğer sıra dışı işleri bize anlattı.

Gıdı gıdı belgeselinde göreceksiniz.

Galip dede günde iki kâse mercimek çorbası (ekmeksiz) dışında hiçbir şey yemiyor,100 yaşında olmasına rağmen hala kahveye gidiyor, Nazilli içinde gezintilerine devam ediyor. (Hatta röportaj için gittiğimizde onu evinde ve kahvede bulamadık) Şehir turlarında özel olarak yaptırdığı üç tekerlekli bisikletini kullanıyor.

Kırmızı bisikleti, bakımlı, pırıl pırıl, gençleri imrendirecek kadar güzel. Bizim için mahalle arasında küçük bir gösteri bile yaptı. Bisikletinin direksiyonundaki Atatürklü bayrak hemen dikkatimi çekti. Yanlızca süs olsun diye mi astığını anlamak için küçük bir yoklama yapıp,ona bayrağı sordum.


Bana ”yerli mali” şarkısını hatırlatarak, Atatürk resimli bayrağı özellikle astığını, Atatürk'ün çok büyük adam olduğunu ve onu çok sevdiğini söyledi. Yerli malı kullanmayı teşvik eden bu şarkıyı daha önce videoda kullandığım için biliyordum. Bilmeseydim belki ne demek istediğini tam anlayamayabilirdim ama yine de ondan böyle net bir cevap beklemediğim için açıkçası çok şaşırdım.

Gözleri hep çok uzak yerlere bakar gibi. Sorulara, önemli şeyler düşünen meşgul birine yöneltilen basit soruları cevaplar gibi yanıtlıyor. Gıdı gıdı'yı anlatırken gülümseyen yüzü, açılış töreninde kılık kıyafeti düzgün olmadığı için kendisini Atatürk’e yaklaştırmayanları anlatırken sertleşiyor...

Asırlık ulu bir çınar gibi dimdik, sanki bastonunu aksesuar olarak taşıyor. Allah ona herkese vermediği güzel bir hediye vermiş. İnşallah sağlıkla yaşamaya ve yaşadıklarıyla bizleri nasiplendirmeye devam eder... İlhan ÖDEN

14 Kasım 2011 Pazartesi

GiDi GiDi - Die Geschichte von einem Zug. (Berlin-Sarayköy und Nazilli)

GIDI GIDI
Bir trenin hikayesi. (
BERLİN-SARAYKÖY ve NAZİLLİ.)

Gıdı gıdı'yı,biz Sümerbank Nazilli Basma Fabrikası mensupları ve çocukları olarak yakından tanıyoruz, hazırlanmakta olan Gıdı gıdı belgeseliyle yakında tüm Türkiye tanıyacak.Şimdi sizlere "Gıdı gıdı hakkında ne biliyorsunuz?" diye bir soru sorsam çoğunuz "Başka trenlere pek benzemeyen özel,güzel ve sevimli bir tren" dersiniz.Peki bu sevimli tren Nazilli'ye nereden,ne zaman gelmiş?Nazilli basma fabrikasının henüz açılmadığı dönemlerde neler yapmış? İlk makinisti kimdir? Diye sorsam,cevap verebilirmisiniz? Sorularımın cevaplarını bilmiyor ama öğrenmek istiyorsanız yazımı okumaya devam edin,çünkü bugün sizlere bunları anlatacağım.

Yukarıdaki fotoğrafı, fabrikaya alınan benzin motorlu ilk Gıdıgıdı'nın üzerinden çektim. Lokomotifin bugünkü durumu aşağıdaki fotoğrafta görülüyor.Bu lokomotif sonradan alınan "Ruston" marka dizel lokomotif ile nöbetleşe çalışıyordu.Bizim çocukluk ve çalışma dönemimizde daha çok Ruston lokomotif kullanılıyordu,bu makine de daima bakımlı ve çalışır durumda tutularak olası bir arıza durumunda hemen nöbeti devir almaya hazır bekliyordu. Şekil olarak iki lokomotif birbirine çok benzediği için bizler bu değişimin farkında bile değildik. Hatta bazı çalışanlar bile Gıdı gıdı'nın iki ayrı lokomotifi olduğunu bilmezdi.


Bu lokomotif güç bakımından diğerine göre daha zayıf olduğu için Yukarı Nazilli'ye yapılan üç vagonlu seferlerde oldukça zorlanıyordu.Yeni mahalle,Artezyen kahvelerindeki küçük istasyon ile yukarı istasyon arasındaki hafif rampada neredeyse durdu duracak yavaşlıkta ilerlerken, trene ismini veren "gıdı-gıdı-gıdı-gıdı" seslerini çıkaran işte bu lokomotifti.

Lafı fazla uzatmadan, önce Gıdı gıdı treninin babalarını (Gıdıgıdı'yı yapan firmanın kurucuları) tanıtarak anlatmaya başlıyayım.

GIDI GIDI'nın yapıldığı fabrikanın kurucuları.

Arthur Koppel
1851 yılında Almanya’nın Dresden kentinde dünyaya geldi. Yahudi asıllı sanayici ve demiryolu araçları üreticisidir. 1908 yılında Baden-Baden ‘de yaşama veda etti.

Benno Orenstein
2 Ağustos 1851 yılında Polonya’nın Ponzan kentinde dünyaya geldi. Yahudi asıllı Alman vatandaşı bir sanayici-demiryolcudur. 11. Nisan 1926 yılında Berlin’de öldü.

GIDI GIDI FABRİKASINI GÖSTEREN BİR KARTPOSTAL.

"Orenstein & Koppel" firması yukarıda künyelerini yazdığım B.Orenstein ve A.Koppel tarafından 1876 yılında kuruldu. Berlin-Schlachtensee de açılan ilk fabrika küçük olduğu için kısa bir süre sonra hafif demiryolu araçları üretecek yeni bir fabrikaya ihtiyaç duyuldu.

BERLİN-DREWİTZ LOKOMOTİF FABRİKASI (yıl 1899)

Berlin dışında küçük bir köy olan Drewitz yakınlarında yeni bir tesis inşa edildi. Fabrika 1899 yılında, lokomotif üretimine başladı. Orenstein & Koppel firması, dünyanın her tarafındaki alıcılar için küçük lokomotifler üretmekteydi. 1908 yılında firmanın adı, "Orenstein & Koppel - Arthur Koppel AG" olarak değiştirildi.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN.
Gıdıgıdı'nın doğum yeri (O&K Berlin-Drewitz Fabrikası)

Fabrika, özellikle 1912 yılından sonra dünya hafif lokomotif üretiminde en gelişmiş firmalardan biri oldu.1930 yılından sonra içten yanmalı motorlu lokomotif (Akaryakıtla çalışan) üretimine başladı. Yılda 6oo lokomotif üretim kapasitesine ulaştı.1940 yılında fabrika Almanya da iktidarda olan Nazi yönetimi tarafından kamulaştırıldı. Fabrika 2. Dünya savaşında bombardımandan ağır hasar gördü.Almanların savaşı kaybetmesinden sonra fabrikanın bazı birimleri Sovyetler birliği tarafından, savaş tazminatı olarak sökülerek götürüldü.

SİRK ÇADIRI ŞEKLİNDEKİ İLGİNÇ MONTAJ BÖLÜMÜ GÖRÜLÜYOR.

Drewitz fabrikasında 1899 – 1945 yılları arasında buharlı ve dizel 12965 adet lokomotif üretildi. O&K firması 1981 yılında demiryolu aracı üretimine son verdi.

FABRİKANIN GENEL GÖRÜNÜŞÜ

O&K Drewitz fabrikasının dikkat çeken en önemli özelliği sirk çadırı şeklindeki montaj bölümüydü.Fabrika bugün sanayi parkı haline getirilmiş durumda. Daha çok film projelerinde plato olarak kullanılıyor.

"Orenstein & Koppel" firması ise halen O&K markasıyla dünya iş makineleri üretiminin en önde gelen firmalarından biri olarak üretime ve yaşamaya devam etmektedir.

İşte böyle.Biz fabrikamızın kapısına çoktan kilit vurduk ama 1876 yılında kurulmuş bir şirket bugün iş makineleri alanında dünyanın en güçlü firmalarından biri olarak dimdik ayakta duruyor.

Gıdı gıdı'nın bazı kardeşleri hala dünyanın değişik yerlerinde, ormancılık,maden ve şeker fabrikalarına şeker kamışı taşımak gibi işlerde çalışmaya devam ediyorlar.

Ruston lokomotif,35 yıldır doğru dürüst hiçbir bakım yapılmadığı halde akü bağlandığında hiç zorluk çıkarmadan çalışıyor.Eski baş makinistlerden Hüseyin Karasoy " paslı ve yorgun görünsede,biraz bakımla bu makina da diğer lokomotif gibi çalışır" diyor.

Bizde bir gün Gıdı gıdı'mıza vefalı bir dost elinin uzanmasını, dünyanın çeşitli yerlerinde çalışan arkadaşları gibi Nazilli'mizin tanıtımına ve turizmine katkı yapar hale getirilmesini umuyoruz.


Evet...
Gıdı gıdı'nın doğum yerini ve hikâyesini öğrendik şimdi biraz da hikâyemizin geri kalan bölümünün kahramanı Gıdı gıdı'nın ilk makinisti Sarayköylü kamyon şoförünü tanıyalım.

Osman oğlu Saffet Özen, aslında 1327 doğumlu fakat resmi kayıtlara 1324 olarak geçirilmiş. Sarayköy Bala Mahallesi kütüğüne kayıtlı, ilkokulu Sarayköy'de bitirmiş arkasından da Motor Sanat okulunu...

Sarayköy'ü traktörle tanıştıran adam olarak tanınıyor. Annesi genç yaşta vefat edince, babası başka bir hanımla evleniyor. Genç Saffet, Sarayköy’den ayrılıp Nazilli'deki teyzesinin yanına yerleşiyor.

1930 lu yıllar...

Okuma yazma bilenin kâtip, memur olarak dolgun maaşla hemen işe yerleştiği zamanlar.

Saffet tahsilli ama gözü makine ve motorlardan başka bir şey görmüyor. Kamyon şoförlüğü yapıyor. Güzel paralar kazanıyor. Meslek sahibi genç ve yakışıklı delikanlının evlenme zamanı. Teyzesi aracı olup, iyi huylu, terbiyeli, güzel bir komşu kızı ile Saffet'i evlendiriyor. Yıl 1934. Saffet 23 eşi henüz 19 yaşında.

Kamyon şoförlüğü zor, üstelik evden ayrılıp uzaklara gitmek de var. Yeni evli Saffet'e en çok da bu zor geliyor.

O sırada Nazilli basma fabrikasının temeli atılıp inşaatı başlamış. Hummalı bir çalışma var. Bir zamanlar insanların geçmeye bile korktukları bataklık "Çingene Eğreği'inde" ahalinin o zamana kadar hiç görmediği koca koca binalar ardı ardına yükseliyor.

Fabrikaya bir lokomotif alınacak, Alamanya’ya siparişi verilmiş bile. Şehirle bağlantıyı sağlayacak, inşaatlara malzeme taşıyacak, raylar üstünde hareket eden büyük vinçlere manevra yaptıracak...

Lokomotif geliyor ama kim kullanacak? Haber Saffet Özen'e kadar ulaşıyor.

Saffet içinden "İşte tam benim işim" diyor ve hemen gidip yetkililere başvuru yapıyor. 76. sırada kaydı yapılıp,makinist olarak işe kabul ediliyor. Yıl 1936.
Gıdı gıdı ve ilk makinisti Saffet ÖZEN

Saffet sevinçli lokomotif "gıcır gıcır" üzerinde etiketleri bile duruyor ama Lokomotifi kullanmaktan önce yapılacak çok iş var. Demiryolu, istasyonlar, lokomotifin bakımı hepsi onu bekliyor.

Saffet ÖZEN (en sağdaki)
O sırada fabrika inşaatında çalışan taşaron şirket amaleleri dışındaki bir avuç Sümerbank işçisi çok daha fazla çalışıyordu.Yapılacak çok iş vardı. Herkes her işe koşuyor,akşam olunca katran ve makine yağlarına bulanmış,yorgun şekilde evlerine dönüyorlardı. Çok yoruluyorlardı ama ortaya çıkan eserin büyüklüğünü gördükçe yorgunlukları uçup gidiyordu.
Ortada ipi tutan Saffet Özen

9 Ekim 1937. Nazilli Basma Fabrikası Atatürk tarafından "altın anahtarla" açılıyor. Fabrikaya binlerce yeni işçi alınıyor.
Saffet Özen (beyaz gömlekli)

Tabi ki en baştan beri çalışanların fabrika için özel önemi var. Saffet de onlardan biri üstelik "Motor Sanat okulu" mezunu. Fabrikaya makinist olarak girmişti,şimdi Tren İstasyonunun, 657 'ye bağlı amiri olmuştu. Arasıra trenci üniforması giyiyordu ama o amirliği hiçbir zaman masa başında oturmak olarak görmedi. Üzerinden yağlı lacivert tulumları hiç çıkarmadı. Sümerbank’ta onun gayretlerinin mükâfatını "Takdirname" ile belgeledi, fabrika şeref defterine takdirnamesi kaydedildi.
Saffet ÖZEN'in Takdirnamesi.

Saffet Özen, bilgiye önem veren, kendini geliştirmek için sürekli okuyan, Arapça,Farsça, Fransızca bilen, felsefe ve edebiyatla ilgilenen,sportmen,çevresine ışık veren aydın biriydi. Kendisinden yardım isteyen üniversite öğrencilerinin tezlerine yardım edebilecekcek kadar kültürlüydü.

Fabrika içi özel bir turnuvadan
Ölümle sonuçlanan 9 doğumdan sonra nihayet ilk çocuğunu kucağına almıştı. Yavrusu henüz 3 yaşında iken baş makinist Saffet Özen kansere yakalandı. İdrar yollarında tümör vardı. İzmir’de ameliyat oldu. Neyse ki hastalık vücudunu sarmamıştı. Ama 3 ayda bir İzmir'e kontrole gitmesi gerekiyordu. Ameliyattan sonraki dönemde evi Yukarı Nazilli'de olduğu için, fabrikanın tahsis ettiği ambulansla işe gidip gelmeye başladı.1963 yılında işe daha kolay gidip gelebilmek için evini satıp fabrika lojmanlarına taşındı. Arka sıra 9. apartmanda ancak dokuz ay oturabildiler. Hastalık nüks etmişti. Acilen İzmir'e gidip 2. ameliyatı oldu. Hastanede 2 ay yattı,emekliliğini istemek zorunda kaldı. Birlikte geçen 28 yıl sonunda Gıdı gıdı' dan ayrılmak çok zor oldu.Daha kolay tedavi olabilmek için İzmir'den bir ev satın alıp yerleştiler.

Gıdı gıdı ve Nazilli Sümerbank aklına geldikçe kendini tutamayıp ağlıyordu. Bazen Gıdı gıdı ile ilgili bilgisine başvurulmak gerektiğinde Nazilli'den ona danışmak için İzmir'e gelirlerdi. O zaman bambaşka biri oluverirdi.

Hele bir keresinde Gıdı gıdı için 2 günlüğüne Nazilli'ye götürüldüğünde öyle mutlu olmuştu ki. Sağlığı izin verse o an yeniden işe başlayabilirdi.
Sümerbank ve Gıdı gıdı ile dolu hayatı 27 Haziran 1975 günü ani bir kalp kriziyle sona erdi. Gıdı gıdı’nın ilk makinisti Saffet Özen'in hikâyesi de işte böyle.

Eminim ki pek çoğunuzun dedesi, babası, annesi aşağı yukarı benzer hikayeler yaşamıştır.Biz Sümerbanklılar fabrikamızdan ayrılsak da,emekli olsak da hatta fabrika kapatılsa da içimizde daima Sümerbank sevgisiyle yaşarız. Hatta bazı geceler rüyalarımızda da olsa gizli gizli gider fabrikamızda çalışırız. Sevgiyle kalın. İlhan ÖDEN
Not : Saffet Özen'in yaşamı kızı Serpil Özen'in verdiği bilgiler ışığında İlhan Öden tarafından öykülendirilmiştir.

4 Kasım 2011 Cuma

Nazilli Sümerbank Marşı

Sözleri Sevim Toker,bestesi Türk musikisinin en büyük bestekarlarından Arif Sami TOKER'e ait,rast makamındaki Nazilli Sümerbank marşını ağız armonikası (mızıka) ile seslendirmeye çalıştım. İlhan ÖDEN



Bu güzel marş,1987 yılında Nazilli Sümerbank Basma Fabrikasında müdürlük yapan Yaşar KAPTAN'ı ziyarete gelen merhum bestekar Arif Sami TOKER ve eşi Sevim TOKER tarafından müdürümüzün ricası üzerine hazırlanmıştır.

MARŞIN NOTASI ve SÖZLERİ

Notaları büyük görmek için üzerine tıklayın.

16 Ekim 2011 Pazar

Eğitim Şart !

Bu yazımda sizlere Sümerbank’ın yıllarca başarıyla uyguladığı kendine özgü eğitim sistemini, Nazilli Basma Fabrikasında gördüğüm şekliyle anlatmaya çalışacağım.

Nazilli Basma Fabrikasının temeli Celal Bayar tarafından 25 Ağustos 1935 tarihinde atılmış. Aşağıya koyduğum fotoğraf ise 21 Eylül 1935 tarihinde Kayseri de çekilmiş.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
21 EYLÜL 1935 KAYSERİ

Fotoğraftaki Abdurrahman isimli kravatlı kişi Nazilli’den, Kayseri Bez Fabrikasına stajyer olarak gönderilmiş. Fotoğrafta Rus nezaretçi ve bazı Kayseri Sümerbank çalışanları görülüyor.

FOTOĞRAFIN ARKASI

Henüz temeli atılalı 1 ay bile olmamış bir fabrika, inşaatı tamam olup çalışmaya başlama aşamasına gelmeden kadrolarını oluşturacak kişileri zorlu yarınlara hazırlama çalışmalarına girişmiş bile…

Aynı şekilde seçilmiş onlarca teknik eleman,yine mesleki bakımdan yetiştirilmek üzere Rusya’ya gönderilmiş. Orada işi öğrenen genç ustalar Nazilliye döndüklerinde fabrikanın önemli idari makamlarına oturmuşlar. Bildiklerini açılan kurslarla Nazilli’deki genç Sümerbanklılara öğretmişler…

Öğretim işi bu kadarla da sınırlı kalmamış. Yıllar sonra yurdun çeşitli yerlerinde kurulan başka Sümerbank fabrikalarından işçiler, teknisyenler Nazilli’ye gelip kurslara katılmışlar. Altı ay, bir yıl gibi uzun sürelerle Nazilli’de kalmışlar. Bu süreçte maaşlarını, harcırahlarıyla birlikte fazlasıyla alıp, Misafirhanede ücretsiz konaklayıp, fabrika yemekhanesinden yine ücretsiz karınlarını doyurmuşlar. Mesleklerinin inceliklerini çalışarak, görerek ve uygulayarak öğrenmişler.Sonra kendi fabrikalarına gidip yeni teknik elemanlar yetiştirmişler.

ESKİŞEHİR KURS EKİBİ 1964

Bu yetişmiş elemanlar daha fazla ücret ve imkân teklifleriyle ülkemizin çeşitli özel sektör fabrikalarının kadrolarına geçip oralarda çalışmaya ve eleman yetiştirmeye devam edip ülke ekonomisine katkıda bulunmuşlar.

Eskişehir ve Nazilli'li Sümerbank ustaları fabrika dışında da beraberler.

Bu ne güzel bir eğitim projesidir, nasıl bir uygulamadır, organizasyondur?

Ülkemizde hangi eğitim kurumu öğrencilerine fazlasıyla maaş verip,her türlü ihtiyacını karşılayıp,üstelik "ağır tazminatlarla" esir almadan,böyle uygulamalı eğitim sağlayabilir?

Sümerbank ve Nazilli basma fabrikası denilince çok iyi düşünmek, örnekler almak, dersler çıkarmak gerek, vesselam…

İlhan ÖDEN

Not: Yukarıdaki fotoğrafta Dokuma tezgahı aksamları arasına özenle fotoğrafları yerleştirilerek bir pano oluşturulan kişiler 6 Nisan 1964 günü Nazilli'ye gelip 15 Ekim 1964 tarihine kadar Nazilli Basma Fabrikasında "Dokuma Komple Ustalığı" eğitimi alan,Eskişehir Sümerbank çalışanlardır. Fotoğrafta en üstte görülen,dört kişilik Nazilli Basma Fabrikasının bu kurs için görevlendirilmiş eğitim kadrosu şöyledir,Dokuma şefi Mithat Bey (Rusya ya eğitim için gidenlerden) , İplik Şefi Cihat Piyancı, Dokuma teknisyeni Şerif Erçiçek ve Fabrika Eğitim Uzmanı Hikmet ARAT.

Bu kurslar sadece tekstil sektörüyle sınırlı kalmamış, başta Karabük Demir Çelik,Çimento ve Kağıt sektörüyle uygulama aynen devam edip,her sektör kendi ayakları üstünde duruncaya kadar kurum bünyesinde korunarak Türkiye Sanayiisi Sümerbank tarafından inşa edilmiştir.

29 Eylül 2011 Perşembe

Fabrika'da Barınmak. (Ali Cengizkan)


ALİ CENGİZKAN'ın Arkadaş yayınlarından çıkan, "FABRİKA'DA BARINMAK" adlı kitabı, ÇAĞATAY EMRE DOĞAN'ın NAZİLLİ BASMA FABRİKASI YERLEŞİMİ : TARİHÇE VE YAŞANTI ( Sayfa 77-111) adlı araştırma tezinden alıntılanmıştır.

BİR SÜMERBANK İŞÇİSİNİN DEFTERİNDEN NOTLAR ...
Mesut bir işçinin fabrikada 24 saati nasıl geçer bilir misiniz?
Bugün üçüncü kursu da bitirdim ve diplomamı aldım. Bu fabrikaya işçi olarak gireli bugün tam bir sene oldu. Köyden Nazilli'ye geldiğim günü , bu gelişim ikinci yaşına basarken bütün dekoruyla hatırlıyorum : Üzerimde eski bir elbise vardı ve yırtık olan pabucumla fabrika müdürünün yanına nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Ancak hayalin uçsuz bucaksız sanılan büyük çerçevesinin içine sığdırabildiğim bu bütün köyümüz kadar geniş bir toprak parçası üzerinde kurulmuş fabrikaya işçi olmak arzusuyla gelmiştim. Makine olarak nahiyenin gaz motoru ile işleyen değirmeninden başka bir şey bilmiyordum. Elektriği görmemiştim.

Elimde doktorun sağlık raporu fabrika müdürünün yanına girdiğim zaman, kulaklarım, alışmadığı bir sesle uğulduyordu : makine sesi. Bugün o bana bir musiki gibi geliyor. Ondan ayrılırsam medeniyet ve refahtan ayrılacağımı sanıyorum: ‘ bir senede bu ne kadar değişiklik ? ‘ demeyiniz . çünkü onun kendisi de bir senede kuruldu.

Size hatıra defterimden bazı sayfalar okuyacağım. Bunlar okuma yazma öğrendikten sonra yazılmış notlardır. Çünkü ben buraya geldiğimde okuma yazma bilmiyordum. Yalnız beni yaratan alemin ; renkli , ışıklı, hareketli hatıralarını varlığımda yaşattım ve onları kağıt üstüne tespit etmeyi öğrenenince bu vazifeyi yerine getirdim. Siz bunlara bir hatıra değil de bir var olma tarihi diyebilirsiniz.

Fabrikaya girdiğimin haftasında şefimiz beni yanına çağırdı. Elinde üzerinde resmim olduğu bir dosya vardı. Bu bana ait dosyadır. Bütün hayatım onun içindedir. Beni tanımanıza hacet yok onu tanıyınız. ‘ Hasan, sen okuma yazma bilmiyorsun. Yaşın gençtir. İyi bir vatandaş olmak için muhakkak okumayı öğrenmek lazım. Bu akşam işten sonra kursa devama başlayacaksın’ dedi.
FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
"BU KADAR DA OLMAZ YANİ" demeyin !

15 Şubat 1948
Nazilli Basma Fabriksının işçi ve memurlarından oluşan Tiyatro grubu Atatürkün isteğiyle, Ahmet Adnan Saygunun bestelediği Cumhuriyet döneminin ilk Türk opereti "ÖZSOY" Operasını fabrika sahnesinde sergiliyor.


Bizim fabrikada 2000’e yakın işçi içinde okuma yazma bilmeyen yok gibidir. Geldikleri zaman bir çokları benim gibi bilmiyorlardı. O akşam işten sonra kursa devama başladım. Alfabeyi bir ayda öğrendim. Üçüncü ayda köyüme mektup yazdım. Şimdi her gün gazete okuyorum. Fabrikanın bizim için yaptırdığı binalardaki odamda ufacık bir kitap hanem ve içinde 20’ye yakın kitabım var. Burada yalnız bir sanat sahibi olmayı değil bilerek yaşamayı ve niçin yaşadığımı öğrendim. Burada beş arkadaşla beraber büyük bir odadayız. Bu odayı bize fabrika verdi. Bir köy odasında hayata gözünüzü açıp orada gençlik çağımıza kadar yetiştikten sonra bol ışık alan ,isi ve kokusu olmayan modern bir beton yapıda bir dünya cenneti huzuru duymaz mısınız?

Odamız çiçek gibidir: temiz ve rahat bir hayatın ancak temiz ve rahat bir binada yaşanabileceğiniz anlamışsınızdır. Eğer bir gün tekrar köyümüze dönersek oradaki hayatı olduğu gibi kabul edecek değiliz. Zaten bizim saadetimiz köyün hayatı da fabrika hayatı gibi olduğu gün tamamlanacaktır. Burası memlekete kumaş vermekle kalmıyor. Burası makine devrinin bir eseri olarak o kumaşı kullananı da makine devrinin çocuğu yapmak davasındadır.
Güzel odamızda neşeli bir hayat sürüyoruz. Kazancımız yerindedir. Fabrika bize ucuz ve iyi yemek temin etmiştir. İşimi de vücudumun enerjisini israf edercesine harcamıyorum. Güçlükleri yenen makine ve dev kudretli elektrik büyük yardımcılarımızdır.

Kitaptan bir fotoğraf

Bizim 24 saatimizi bütün vatandaşlar için dileriz. Rahat bir yatakta huzur içinde geçen bir uykudan sabahın erken bir saatinde kalkarız. Doğan gün ile beraber hayata girmenin nefse verdiği bir itimat vardır. Düşünün bir kere: kudretli güneşle beraber siz de vazife başındasınız.
Makinenin başına gitmeye daha çok vakit vardır. Evvela duşumuzu yapacağız. Parke zeminli ve daima bol su olan hamamlarımız bizi beklemektedir. Buradan gideceğimiz yer spor sahalarımızdır. Fabrikamızda spor bir ders halindedir ve iyi spor yapan iyi makine kullanan kadar makbuldür. Sağlam kafanın sağlam vücutta bulunduğunu bize tecrübe ile gösterdiler. Bizim ellerimize renkli kumaş modellerini verirken bu kadar karışık renkleri birleştirerek nefis kumaş şekilleri bulan mühendislerimiz de bizimle beraberdir.

Sonra kuvvetli bir kahvaltı ve ondan sonra işbaşı. Üzerimizde hep bir çeşit gömleklerimiz vardır. Öğle tatiline kadar koca fabrikaya yalnız makine ve motor homurtusu hakimdir. Biz yalnız ‘ söz gümüşse sükut altındır’ sözüne inanmakla kalmayız. Zamanında olduktan sonra sükutun da kahkahanın da sözünde hatta koşmak, sıçramak ve eğlenmenin de altın olduğunu biliriz. Hayatımızda her şey yerli yerinde ayarlanmıştır. Yalnız acı ve bedbinlik nedir bilmeyiz.
Bankada bir tasarruf hesabım vardır. Fabrikaya işçi olarak girdiğimin ikinci ayında birçok arkadaşlarıma uyarak bir kumbara da ben aldım. Haftalığımın yüzde yirmisini ona atıyorum. Çünkü burada hayat ucuzdur. Yani fabrikanın içinde o kadar ucuz ve güzel yemek yiyoruz ki şaşarsınız. Berberimiz vardır, sinemamız vardır, kütüphanemiz vardır, ve nihayet bütün ihtiyaçlarımızı temin eden bir kooperatifimiz vardır.

Kitaptan bir fotoğraf

Eğer bir gün tekrar köyüme dönecek olursam anlatacağım şeyler arasında akıllı bir insan parasının çıkın içinde beklemeyeceği ve onun yerinin banka kasası olduğu da vardır.

Fabrikaya girdiğimden beri iki defa zam gördüm. Sanatı öğrendikçe bilgi sahibi oldukça aldığımız parada artıyor. Hiç beklemediğimiz bir günde gündeliğimizin artırıldığını öğrenmeye alıştık. İçimizde verdiğimize karşılık eksiksiz almış olmanın ferahlığı var. Burada bir damla alın terinin mukabelesiz kalmasına imkan yoktur. Sanki hashas ve yanılmaz bir terazi ; bütün gün yanıbaşımızda emeğimizi ölçüyor.

Güzel, şirin modern fabrikamızı bütün vatandaşların gezmesi bizim dileğimizdir. Kumaşlarımızı giyerken bizi hatırlayınız. Bizim hiç ıstırabımız yoktur. Onları sizin için seve seve gönlümüzden gele gele hazırlıyoruz. Mallarımızın iyi olmasına bir telinin bile çarpık olmamasına dikkat ediyoruz. Çünkü fabrikanın bu memleketin bütün vatandaşları için kurulduğunu onun makinesinin sesinden yurdumuzun saadet ve hürriyet şarkısının bestelendiğiniz biliyoruz.

NOT: Bu satırlar Sümerbank fabrikalarının kurulduğu herhangi bir yerdeki fabrikalardan birinde çalışan binlerce işçiden birinin not defterinden alınmıştır. Hadise umumidir. Memleketin dört tarafına kol sararak ekonomik istiklalin abidesi halinde yükselen fabrikalarda onbinlerce işçinin hepsinin defterinde değilse bile hatırasında ve vicdanlarında yaşayan bu notları iki yeni fabrikanın açıldığı bugünde bütün memleketin okumasını faydalı bulduk.
( Ulus Gazetesi / 31.01.1938)

11 Eylül 2011 Pazar

Çocuklar Yuva'ya, Anneler Çalışmaya...

Başka başlıklarda Nazilli Basma Fabrikasını anlatırken kreş konusuna da zaman zaman değinmiştim. Fakat kreş konusu Sümerbank’ anlatırken üç-beş kelimeyle geçiştirilecek kadar basit bir konu değil. Onun için elime de güzel fotoğraflar geçmişken bu yazımda sizlere Nazilli Sümerbank kreşini anlatmaya çalışacağım. (Fotoğraflar için Neşe İyigör Arslan hanıma çok teşekkür ederim)

NAZİLLİ BASMA FABRİKASI ÇOCUK YUVASI

Annem ,evlendikten sonra fabrika da çalışmadığı için ben hiç kreşte kalmadım ama 1-2 günlüğüne de olsa kreşte kalmayı çok isterdim.”İlhan,kreşte kalmamış bize neyi anlatacak” dediğinizi duyar gibiyim.Ben kreşte kalmadım ama arkadaşlarımdan bazıları,amcam, ablamın, arkadaşlarımın çocukları yuvada kaldılar.Anneannem kreşte çalışmış.. Belki benden daha iyi anlatacak kişiler de vardır ama bu konuyu bilmeyenlere benim anlatacaklarım bile fazlasıyla yetecektir bundan eminim..

NAZİLLİ BASMA FABRİKASI ÇOCUK YUVASI

Nazilli Sümerbanklılar kreş kelimesini pek kullanmazdı. Bizim için orası çocuk yuvası hatta sadece "yuva" idi. Annesi fabrikada çalışan çocuklar fabrikanın yuvasında kalırlardı. Sümerbank bünyesindeki başka fabrikalarda da benzer yuvalar vardı ama Sümerbank dışındaki işyerlerinde böyle yuvalar olduğunu sanmıyorum.

Büyüklerimden duyduğuma göre fabrikanın ilk çocuk yuvası, Sümer ilkokulunda açılmış, sonra, fabrika nizamiye kapısının sol tarafında, sonradan personel servisi olarak kullanılan uzun binaya geçilmiş daha sonra da fabrika içine Kreş binasının yapılmasıyla hizmete kendi binasında devam edilmiş. Bu binanın yapıldığı dönemi hatırlamıyorum fakat kreş çocuklarının oynadığı oyun parkındaki dönen zincirli salıncağın, Misafirhane önündeki boş alanda durduğu aklımda kalmış. Sonradan bu oyuncaklar yeni kreş binasının fabrika alanı içindeki bahçesine taşındı.Sanırım bu kadar yuva tarihi açıklaması yeterli ,şimdi birazda Sümerbank yuvalarının benzer kreşlerde olmayan asıl özellikleri anlatayım.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
YUVA ÇOCUKLARI BİR GÖSTERİDE
Neşe İyigör Arslan sahnede gösterisini yapıyor.

En önemli özelliklerden biri çocukların yuvaya kabul yaş sınırının olmamasıydı. Doğumdan sonraki yasal 3 aylık doğum iznini kullanan anne, işbaşı yaptığında bebeği hemen yuvaya kabul ediliyordu. 3 aylık bebekler okul çağına kadar yuvada kalabiliyor hatta bazı özel durumlarda okul çağındaki çocukların bile ailesi soruna çözüm buluncaya kadar yuvada kalmasına izin veriliyordu.

Bebeği yuvada kalan anneler mesai saatleri içinde 2 kere bebeklerini emzirmek için yuvaya geliyor bunun dışında çocukların her türlü bakımı Sümerbank'ın kadrolu çocuk bakıcıları tarafından yapılıyordu.

Emzirme dönemini geçmiş daha büyük çocuklara, yuvada kaldıkları saatlerde kahvaltı, süt, meyve suyu gibi gıdalar Sümerbank tarafından bedelsiz veriliyor ayrıca kreşte kalan çocuklara fabrika yemekhanesinden ücretsiz yemek de veriliyordu.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
ÇOCUKLAR YUVA DOKTORU,HEMŞİRE VE BAKICILARLA BİRLİKTE

Yuvada herhangi bir sağlık problemini önlemek için sürekli kadrolu kreş doktoru ve hemşirelerden oluşan bir sağlık ekibi bulunuyordu. Kreş çocuklarına olanaklar ölçüsünde her türlü ilaç ve tedavi ücretsiz sağlanıyor. Gerekli durumlarda fabrika hastanesine sevk ediliyordu. Koruyucu aşılama yine Sümerbank tarafından kreşte ve lojmanlarda kalan tüm çocuklara ücretsiz uygulanıyordu.

Küçük çocukların altlarına bağlanan bezler,giydikleri pijamalar bile Sümerbank tarafından ücretsiz veriliyor, gerekli temizlik işleri kadrolu çocuk bakıcıları tarafından yapılıyor. Çocukların düzenli uyumaları yine bakıcılar tarafından sağlanıyordu.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
YUVA ÇOCUKLARINDAN OLUŞTURULMUŞ KORO

Çocuklar yuva öğretmenleri gözetiminde oyun saatlerinde içeride veya bahçede düzenli oyun oynayabiliyor yine öğretmenler tarafından okul öncesi eğitim veriliyordu. 23 Nisan gibi resmi bayramlara Sümerbank çocuk yuvası olarak iştirak ediliyor. Öğretmenler nezaretinde çocuklar tarafından bu özel günlere yönelik şiir ve küçük piyesler gibi etkinlikler düzenleniyordu.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
ÇOCUK YUVASININ HAZIRLADIĞI BİR TEMSİL

NAZİLLİ SÜMERBANK ÇOCUK YUVASI 23 NİSAN BAYRAMINDA

Bu hizmetler için çalışanlardan hiçbir ücret talep edilmiyor. Tüm giderler Sümerbank tarafından karşılanıp üretim maliyetine yansıtılıyordu.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
Günümüzde çalışan annelere ücretle bile olsa böyle hizmet veren özel çocuk yuvaları var mı? Bildiğim kadarıyla belli bir yaş sonrası çocuk kabul eden bünyesinde sağlık personeli, doktor bulundurmayan kreşler var.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
VİLDAN HEMŞİRE- DOKTOR FUAT KÖSEOĞLU VE EŞİ-ZEHRA HEMŞİRE

Verdikleri hizmet karşılığında annelerin neredeyse kazançlarının yarısından fazlasını bu kurumlar ya da özel bakıcılar alıyorlar. Üstelik annenin çocuğunu istediği zaman görebilme şansı da yok.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜK GÖRMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
NAZİLLİ SÜMERBANK MÜDÜRÜ REMZİ YÜCEBAŞ ÇOCUK YUVASINDA.

Sümerbank'ı çağdışı olmakla suçlayanlara soruyorum. Bundan 50 yıl önce anneler ve çocukları ayırmadan istedikleri zaman birbirlerini görebilecek şekilde hizmet veren böyle sosyal fabrikalar mı çağdışı?

Yoksa bunu idrak edemeyen ve her şeyi para olarak gören, çalışanları,köle veya makine gibi kullanan liboşlar mı çağdışı?

Sümerbank onların zihniyeti gibi "her şeyi paraya dönüştüren" bir kurum olsaydı şimdi Türkiye’nin en, dünyanın sayılı zengin şirketlerinden biri olurdu.

Ama herhalde kapandıktan 10 yıl sonra bile hakkında böyle güzel şeyler yazılan, kurucularına hayır duaları yapılan bir kurum olamazdı.

Sümerbankların bu yönlerini bilmeyip,Nazilli basma fabrikasını sadece "bez" dokuyan sıradan bir fabrika zanneden ve her şeyi babalar gibi satmayı meziyet belleyenler..

İzlemeye ve şaşırmaya devam edin.

İlhan ÖDEN

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Sümerspor Aydın Cezaevinde.

Hemen endişelenmeyin, Nazilli Sümerspor kulübünün "şike" soruşturması ile ilgili bir bağlantısı yok.Başlık daha ilginç olsun diye öyle yazdım.

Nazilli Basma Fabrikasını, sadece pamuklu bez dokuyan basit bir fabrika olarak görmemek gerektiğini,fabrikanın bölgeye ilk başta ekonomik olmak üzere, sosyal, kültürel ve sağlık yönünden büyük katkılar yaptığını başka yazılarla defalarca anlatmaya çalıştım.

Bu yazımda fabrikanın spor kulübü Nazilli Sümerspor’un da sıradan bir spor kulübü olarak görülmemesi gerektiğini eski bir fotoğraftan yola çıkarak anlatmaya çalışacağım.

FOTOĞRAFI BÜYÜTMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN
Yukarıdaki fotoğraf 1985–86 yıllarında Aydın eski cezaevinde çekildi, aralarında benimde olduğum Nazilli Sümerspor voleybol takımını, mahkûmlar ve gardiyanlarla birlikte cezaevi içerisinde gösteriyor.

O yıllarda Nazilli Sümerspor voleybol takımı Aydın voleybol camiasının gözbebeğiydi, namaglûp hatta rakiplerine set bile vermeden Aydın şampiyonu oluyor. Aydın ilini bölge şampiyonalarında temsil ediyordu.

Aydın cezaevi ise o zamanlar henüz şehir merkezindeki eski binasında,çevresi 10 metreye ulaşan duvarlarla çevrili,12 Eylül sonrası ağır suçlarla yargılanan siyasi mahkûmların özellikle toplandığı namlı bir cezaeviydi.

İşte böyle karışık,herkesin birbirinden çekindiği bir dönemde Nazilli Sümerspor üslendiği sosyal misyon gereği, Aydın cezaevindeki mahkûmlarla voleybol oynamak için Aydın cezaevindeydi.

Soyunma odamızdan maçın yapılacağı alana kadar abartısız 4–5 kilitli demir kapıdan geçtik. Cezaevi avlusunda büyük bir kalabalık toplanmıştı. Dostluk havası içinde güzel bir maç oldu.
Bizim için sonuç hiç önemli değildi mahkûm kardeşlerimizde gördüğümüz oyun disiplini ve fedakârca kurtarışlar yapmak için gösterdikleri insanüstü gayret dikkatimizi çekmişti.

O gün, Aydın cezaevindeki mahkûm kardeşlerimiz için özel bir gün oldu. Bizim için de güzel bir gündü. Çeşitli sebeplerle cezaevine düşmüş mahkûm kardeşlerimizin çaylarını içip misafirleri olmuştuk.

Yeri geldiğinde hep yazıyorum Sümerspor bizim için Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş gibi büyük bir kulüptü bütün Sümerbank çocuklarının gönlünde bir gün Sümerspor da forma giymek yatar diye. İşte Aydın cezaevinden ayrılırken mahkum kardeşlerimizin gönlünde,Nazilli Sümerspor'un yukarıda isimlerini saydığım kulüpler kadar büyüdüğünü hissettim.

Nazilli Sümerspor kulübünün hapishane ziyaretleri anlattığım bu maçla sınırlı değil, oynadığım ve atmosferi yaşadığım için o maçı yazdım.

Sporcu büyüklerimizden duyduğuma göre Nazilli Sümerspor tarihinde böyle cezaevi ziyaretleri birkaç defa daha olmuş. Bu maçlarda oynayan ağabeylerimiz var.

FOTOĞRAFI BÜYÜTMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN

Defalarca Aydın Şampiyonu olmuş Nazilli Sümerspor voleybol takımı olarak davet edildiğimiz her yere gittik. "Biz spor salonlarının cilalı parke zeminlerinde oynarız" demedik, bazen beton, bazen toprak, bazen taşlı, eğri büğrü zeminli köy sahalarında bile oynadık. Bazı rakiplerimiz tarla sulamaktan geldi, bazıları pamuk toplamaktan. Nazilli çevresinde voleybol oynanan her ilçeye, kasabaya, her köye gittik. Maçlarımızı yaptık, çaylarımızı içtik misafirleri olduk, gönüllerine Sümerbank sevgisinden minik bir parça koyduk.

Bunları anlatıyorum ki. "Devlet bez dokumaz" diyen işgüzarlar bu fabrikalarda sadece bez dokunmadığını bilsin,öğrensin.

Sevgiyle kalın..

İlhan ÖDEN

14 Ağustos 2011 Pazar

Bu " BAHÇE " başka bahçe..

Nazilli Sümerbank'ın güzelliklerinden bahsedildiğinde ilk akla gelen mekan,fabrika bahçesidir. Bilmeyenler için kısaca yazayım,"bahçe" terimi, fabrika alanı dışındaki ağaçlık bölümleri değil, fabrikanın en gözde açık mekanı fabrika içindeki çaybahçesi yada açık kafeterya niteliğindeki sosyal tesisleri ifade eden ve Nazilli basma fabrikası çalışanlarınca kullanılan kısa isimdi..

Bahçe,sadece Sümerbank mensupları ve misafirlerinin kullanımına açıktı. Nazillinin ileri gelenleri ve ailelerinin de bahçeye girmelerine izin verilirdi. Yabancı bekarların,alkollü yada kıyafeti düzgün olmayan fabrika mensuplarının bile bahçeye girmesi imkansızdı.

Daha önce bahçede uygunsuz davranışlarda bulunmuş kişilerin listesi fabrika ana kapısında asılı durur bahçeye girişleri Nizamiye bekçileri tarafından engellenirdi.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜTMEK İÇİN ÜZERLERİNE TIKLAYIN

Fabrika kapalı kışlık sosyal tesisleri ne kadar temiz ve güzel olsa da,Fabrika bahçesinin havası ve özgürlüğü ile kıyaslanamaz olduğundan herkes havaların ısınmasıyla birlikte bahçenin açılmasını sabırsızlıkla beklerdi.

Fabrika bahçesi görünürde Çay bahçesi havasında olsada,özel günlerde değişik şekilde kullanılırdı. Hatırladığım kadarıyla 1965-1970 yılları arasında Defile,Toplu sünnet törenleri ve Öğretmen Emin Altınöz yönetiminde çoğunluğu sanat okulu öğrencilerinden oluşan halk müziği topluluğunun solisti Ertan Şancı'nın güzel sesinden türküler dinlediğimiz konserler olurdu.

Bahçenin bir köşesinde bizim yetişemediğimiz dönemlerden kalma betondan yapılmış bir "paten pisti" vardı .Babamdan duyduğuma göre o zamanlar sümerbank çocukları burada patenle kayarlarmış,özellikle rahmetli Zekiye halamın bu konuda çok yetenekli olduğunu anlatırdı. Patenin Türkiye'de bile zor bulunduğu günlerde Nazilli'de patenle kaymak bana uçuk bir düşünce gibi gelsede evimizde eski eşyalarının saklandığı sepette bulduğum bir tekerleği kaybolmuş eski paten babamın sözlerini doğruluyordu.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜTMEK İÇİN ÜZERLERİNE TIKLAYIN
Nazilli Sümerbank Kız voleybol takımı erkeklere karşı. 1945-50
Fotoğraf için Atakan AKBAY'a teşekkür ederim.


Bu pist aynı zamanda kız ve erkeklerin modern spor kıyafetleri giyerek karşılıklı zorlu maçlar yaptığı voleybol sahası olarak da kullanılıyormuş.Hatta fabrika kısımları arasında düzenlenen voleybol turnuvalarında maçlar bu alanda oynanıyormuş. Paylaştığım fotoğraflarda nizami kıyafetli hakem ve seyircilerin çokluğu maçlara ne kadar önem verildiğini açıkça gösteriyor.

FOTOĞRAFLARI BÜYÜTMEK İÇİN ÜZERLERİNE TIKLAYIN
Nazilli Sümerbank kız voleybol takımı,erkeklere karşı. 1945-50
Fotoğraf için Atakan AKBAY'a teşekkür ederim.


Türkiye Voleybol federasyonunun 1948 de uluslararası federasyona üye olduğu düşünülürse, 1945-50 yıllarında Nazilli'de bayan voleybol takımının olması sanırım sizleride benim gibi şaşırtmıştır.

Fabrika kısımları arasında düzenlenen turnuvadan iki takım.
Fotoğraf için Atakan AKBAY'a teşekkür ederim.


Yine bu alana branda perde takıp,sandalye dizilerek ,yazlık sinema olarak da kullanılıyordu. Ayrıca bahçenin ambarlara yakın bölümünde toprak zeminli çevresi tel örgüyle çevrili basketbol ve voleybol sahaları vardı.Yazlık sinemanın yeni yapılan alana taşınması , spor alanlarının kaldırılması ve 197o yıllarında televizyonun hayatımıza girmesiyle,bahçeye Tv. izleme bölümü ilave edilerek düzenlenip, fabrika kapanmadan önceki haline getirildi.

Sümerbank yenilikleri yakından takip eden ve mensuplarını yeniliklerle biran önce tanıştırmaya gayret eden bir kurumdu.Henüz evlerde televizyon yokken açık ve kapalı sosyal alanlarda mensuplarına tv. izleme imkanı sunmuştu.Aynı şekilde dünyada uydu yayınları ilk izlenmeye başlandığı dönemde fabrika kantin binası çatısına kurulan, üçbuçuk metrelik dev çanak antenle bu hizmeti de sunmuştu.

Fabrika bahçesi,tavla,okey,briç gibi oyunların oynandığı, masatenisi,bilardo gibi o zamanlar için pek bilinmeyen sporların yapıldığı cevre düzenlemesi ve bakımıyla gözde bir mekandı.

1975 yıllarında bahçe giriş kapısının sol tarafındaki alana bir mini golf sahası bile yapıldı.

Bunlar önemli imkanlardı ama bizim için asıl önemli olan 1970-1980 arası anarşi ve siyasi çatışmaların yoğun olduğu ve hergün bir kaç kişinin hayatını kaybettiği dönemde her türlü tehlikeden uzak güvenle oturabileceğimiz bir mekan olmasıydı.

Fabrika bahçesinde efendi gibi oturulduğu sürece kimseye bir şey denmez ama kavga vs. gibi olaylara kesinlikle müsade edilmezdi. Böyle olaylara yeltenenler fabrika çalışanı bile olsa bir daha bahçeye kesinlikle giremezdi.


Bahçe fabrikanın,büyük havuz da bahçenin en güzel yeriydi. Havuzun ortasında yukarıdaki fotoğrafta görülen heykel grubu vardı.Fotoğrafta yanyana görülseler bile çocuklar ve kadın heykelleri birbiriyle bağlantılı bir kompozisyon değildi. 1965-68 yıllarına kadar bu heykeller ayrı havuzlardaydı ve heykeller arasında ilk akla gelen "anne ile çocukları" gibi bir bağlantı yoktu.

Amcamın bu Fotoğrafında heykellerin eski konumu görülüyor.

Kadın heykelinin hikayesi Sümerbanklılarca biliniyor.Fabrikada çalışan Hüseyin CAN isimli heykeltraş bir gencin, platonik aşkla bağlandığı bir kadın için yaptığı kayıtlarda geçiyor.

Heykeltraş Hüseyin Can hakkında yaptığım araştırmada, Denizli'deki Gazi İlköğretim okulu binası önündeki "Atatürk ve çocukları" adlı heykeli 8.000 lira karşılığında yaptığına ve Aydın Belediye bandosunda bir süre şeflik yaptığı bilgilerine ulaştım.

Denizli Gazi ilkokulu önündeki H. CAN tarafından yapılan heykel.

Çocuk heykelleri için yazılı bir kayıt yok ama onların ve bahçenin bir köşesinde ağzından su akacak şekilde yapılmış ,aslan başı şeklindeki heykelin de heykeltraş Hüseyin CAN tarafından yapılmış olma olasılığı yüksek.

İşte böyle..


Bahçemiz fabrikanın çalışma temposu düştükçe aynı oranda bakımından güzelliğiden ve öneminden kaybederek fabrikanın kapandığı son dönemlere kadar geldi.

Kapanıştan sonra bildiğim kadarıyla hiçbir şey yapılmadı. Üniversitenin geniş alanına bakabilecek sayıda bahçivanı yok.Çalışanlar güçleri yettiği oranda her işe yetişmeye gayret ediyorlar.

Bu kadar yazıyı yazıp fabrika bahçesini bilmeyenlere ve gelecek nesillere anlatmaya çalıştım. Artık asıl yazmak istediğim konuya geleyim.

Son ziyaretimde Adu. Sümer Kampüs Müdürü Ertuğrul ACARTÜRK ,bahçeyi tekrar açmak, Sümerbanklıların ve vatandaşların hizmetine sunmak,hatta düğün yada özel toplantılar için kullandırmak istediğini bana söyledi .Ama bu seneye yetiştiremedi.

Bahçe şu anda maalesef bakımsız ve üniversitenin bu bakımı yapacak parası ve yeterli elemanı yok. Çiçekler kaybolmakta, ağaçlar kurumakta.En önemlisi havuzlardaki bizim için tarihi ve manevi öneme sahip heykellerde kırıklar,çatlaklar oluşmakta. Bunların mutlaka "yerinde" bakıma alınıp tamir edilmesi gerek.



Neden yerinde tamir edilmesi gerektiğine gelince..
İçimde korku var,eğer bu heykeller bakım veya koruma altına alma bahanesiyle sökülürse bir daha eski yerlerine konmaz. Alakasız yerlerde veya depolarda kaybolur gider.

Bunları da özellikle yazıyorum ki.

Fabrikanın bacaları gibi aniden uçup gitmesin,kaybolmasın çünkü giden bir daha geri gelmiyor.

Korkuyorum, şimdiki sanata bakış açısı bu heykeller için pek uygun değil.Yarın aklıma gelmişti keşke yazsaymışım dememek için bu günden yazıyorum.

İnşallah korkularım gerçekleşmez ve endişelerim yersiz çıkar. Bundan en çok ben mutlu olurum.Sevgiyle kalın...

İlhan ÖDEN


Fabrika bahçesiyle ilgili diğer fotoğraflara aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

NAZİLLİ SÜMERBANK FABRİKASI BAHÇE FOTOĞRAFLARI