29 Aralık 2020 Salı

HEY GİDİ KOCA ÇINAR.


Bugün Sümerpark'ta yürüyüş yaparken eski bir dosta rastladım. Yardım sandığının arkasındaki tek katlı memur lojmanlarının misafirhaneden tarafına yakın ilk lojmanın bahçesinde yaşardı. Tanışıklığımız bundan elli beş yıl kadar önceye dayanır. Postaneye, yardım sandığına, Kaptan amcaya gazete almaya giderken önünden geçerdim. O zamanlar güçlüydü, heybetliydi. Bana tepeden bakardı...

Şimdi ise perişan halde ölümü bekler gibi...
Önce insanların sonra böceklerin hücumuna uğrayıp, çürüyen bedeninden uzayan  incecik kollarıyla hayata tutunmaya çalışıyordu. Bir zamanlar on beş, yirmi metreyi bulan dev gövdesi kırk santim kadar kalmıştı. Fabrika kapandıktan sonra ne saldırılar gördü, kaç balta yedi kim bilir?  

Oysa o seksen yaşlarında koca bir Çınar'dı, çok zulüm görmese kolay, kolay bu hallere düşmezdi. Yer yüzünde iki bin beş yüz yaşında soydaşları yaşarken bir Çınar için seksen yaş nedir ki?

Hava kararırken, yolu fazla uzatmadan kestirmeden geçivereyim demiştim. Eski dostum birden karşıma çıktı. Onu öyle ölümü bekler gibi görünce eski günler, gözümde canlandı. Akşam, akşam hüzünlendirdi beni...  İlhan Öden







9 Aralık 2020 Çarşamba

SANAYİ MUSİKİSİNİN ORKESTRASI

ESKİ DOKUMA SALONU

Atatürk'ün fabrikamızı açış töreninden bahsederken, Atatürk salona girince fabrika müdürümüz Fazlı Turga'nın el işaretiyle hazırda bekleyen dokumacıların aynı anda bütün tezgâhları çalıştırmasıyla ortaya çıkan gök gürültüsü gibi sese, Atatürk'ün  "İşte bu sanayinin musikisi" yanıtı hep anlatılır. Bugün sizlere işte bu musikiyi oluşturan orkestrayı kısaca anlatmak istiyorum. 

 Bu salonda 950 dokuma tezgâhı vardı. Günde 24 saat, haftada 6 gün durmaksızın çalışırlardı. Hepsi aynı anda çalıştığında müthiş bir gürültü oluşurdu. Bu ses herhangi bir değerle ölçülemeyecek kadar şiddetliydi. Salonda çalışanları yutar ses ile sessizliği ayırt edemeyecek kadar içine çekerdi.

 Makinalar çalışırken ipliklerin kopmaması için ortam 40 dereceye ısıtılır, nemlendirilirdi. Bu salonda çalışanlar için dışarıdaki hava durumu, mevsimler ve gece-gündüz kavramlarının anlamı yoktu.

 Ne tepedeki fıskiyelerden havaya püsküren su zerrecikleri, ne sıcaklık, ne gürültü, ne de yeraltından salona yayılan yüksek gerilimli elektrik kablolarının oluşturduğu manyetik alan, salondaki üretim yarışını durdurmaya yeterdi.

 Yüzlerce işçi daha çok üretmek, dolayısıyla daha fazla kazanmak için bazen yemeğini bile salonda yiyerek bu sonsuz yarışı sürdürürdü.

 Bu salonda kazanılan ekmek parasının her kuruşu helal, akıtılan alın terinin her damlası zemzem suyu kadar kutsal ve temizdi.

Belgeler, kayıtlar fabrikaya ilk girişte dokumada başlayıp fırsatını bulup başka kısımlara geçenleri, zor şartlara dayanamayıp çıkış yapanları yazıyor, gösteriyor. 

Bende bu salonda birkaç yıl çalıştım. Rahmetli babam 33 yıl çalışmış. Bizden önceki nesil usta, dokumacı ve masuracıların çoğu çalışma hayatlarının hemen hepsini bu salonda geçirmiş. Bu vesileyle aramızdan ayrılan postabaşı, komple, ekip ve ayar ustası, dokumacı, masuracı, revizyoncu, çözgücü, nakliyeci, silici, patlakçı, yağcı tüm dokuma çalışanı vefat etmiş büyüklerimizi saygıyla yâd edelim. Yattıkları yerler nur, mekânları cennet olsun...  Sevgiyle kalın. İlhan Öden