6 Ağustos 2025 Çarşamba

NAZİLLİ CEMİYET YEMEKLERİ (Geleceğe notlar)

Bu yazımda size "bildiğim kadarıyla" hazırlıklarına bir gün önceden başlanıp, pişmesi cemiyetin ilk saatlerine kadar süren, servisi ve telaşı ise cemiyetin bitmesinden sonra bile devam eden, Nazilli cemiyet yemeklerini anlatmaya çalışacağım.

DÜĞÜN YEMEKLERİ
Sünnet ve Düğün yemeklerinde şehriye  çorbası - etli kuru fasulye, kebaplı pilav, bol sarımsaklı çabuk yapılan biber turşusu ve  fıstıklı irmik helvasından oluşan neredeyse klasikleşmiş ortak bir menü verilir. Bazen şehriye yerine mercimek çorbası, kuru fasulye yerine etli nohut verilse de, genelde böyle pek değişmeyen ortak bir menü vardır. Aşçılarımız lezzetli yemekler yapar, davetlilere doyuncaya kadar  ilave  yemek verilir. 

Bundan 35 yıl öncesine kadar düğün yemeklerinde et olarak  tavuk kullanılmazdı. Gerek ekonomik şartlar, gerekse tavukçuluğun sektörleşip istenilen miktarda ve istenilen parçaların bulunur hale gelmesi sebebiyle sonradan cemiyet yemeklerinde kebap yerine pilav üstü tavuk da kullanılmaya başlandı. 

KEŞKEK
Nazilli düğün yemekleri menüsünde keşkek pek bulunmaz. Günümüzde artık el ile döverek yapmak yerine elektrikli aletler kullanılmaya başlansa da, bir yandan yukarıda saydığım yemekleri yapmak, yanına bir de kalabalık davetlilere keşkek yetiştirmek herkesin harcı değildir. 

Onun için Keşkek artık müstakil  yemektir. Özellikle Meslek odalarının, esnaf birliklerinin, vefat edenlere okunan 52. mevlitlerinin ve derneklerin, her yıl tekrarladıkları güzel bir gelenek hale gelmiş, hayır cemiyetlerinin "baş yemeği" olmuştur. 


Keşkek, turşuyla birlikte, servis edilir, doymayanlara tekrar, tekrar verilir. Bazı davetliler cemiyete gelirken yanında evden kap getirip, gelemeyen yakınları için hatta daha sonra kendileri yemek için ilave keşkek alırlar. Keşkek servisi herkes doyuncaya, kazanlar tamamen boşalıncaya kadar devam eder.

Nazilli cemiyet yemekleri hakkında genel olarak yazacaklarım bunlar, mutlaka cemiyet sahiplerinin istekleri, ustaların tercihlerine ve yörelere göre değişen bazı farklar olabilir. Artık onları da siz ilave edersiniz. Sevgiyle kalın. İlhan Öden

2 Ağustos 2025 Cumartesi

BİR ZAMANLAR NAZİLLİ CAMBAZLARI (Geçmiş zaman notları)



Televizyon yayınlarının henüz başlamadığı 1960lı yıllarda yaz aylarındaki eğlencelerimizden biri de cambazlardı. İlk cambaz gösterisini 6-7 yaşlarımdayken Nazilli belediye meydanında kurulan büyük cambazhanede izlemiştim. Sonradan izlediklerime göre kapladığı alan daha geniş, akrobat, dişiyle masa sandalye kaldıran adamlar, müzik grubu ve ses sanatçılarıyla takviyeli daha kapsamlı programları vardı. Sanırım şehir şehir dolaşan büyük bir kumpanyaydı. Gruptan aklımda kalan en çok beğeni ve alkış alan gök mavisi balerin elbisesine benzer kıyafetiyle gösteri yapan Hediye Nadya isimli bir kız çocuğuydu. Küçüktüm ve o gösteriyi sadece bir kere izlemiştim onun için pek detaylı anlatamayacağım ama size, ilk gösterilerini Nazilli Sümerbank lojmanlarındaki çocukluk günlerimde izlemeye başladığım son gösterilerini 1990 yıllarında yine her zamanki yerine kurulan ama bu kez çocuklarımla birlikte izlediğim “Nazilli Cambazlarını” anlatabilirim.
Nazilli cambazları aşağı Nazilli’de Sümer Camisi çevresindeki meydana kurulurdu. Cambazhane gösterilerine başlamazdan önce davul çalan bir tellal eşliğinde bacakları sopalarla uzatılmış dev gibi palyaço kıyafetli bir cambaz, arkasında meraklı çocuklardan oluşmuş bir alayla lojmanlar arasında dolaşır, gösterilerin yakında başlayacağının duyurusunu yaparlardı.
Cambazhane bir çadır ve alan ortasında gerili yaklaşık 6 metre yüksekliğinde, 10 metre kadar aralıkla dikilmiş, iki direk arasına gerilmiş, çelik halattan oluşuyordu. Bütün gösteriler bu direklerin üstünde ve altında yapılırdı.
Yazımda "Boncuk" olarak bahsettiğim rahmetli Dursun Ufukoğlu'nun Nazilli basma fabrikası arşivindeki kayıtları.
Nazilli Cambazları, TRT’nin efsane dizisi "Bizimkiler" de "Kapıcı Cafer" rolünde oynayan, Ercan Yazgan’ın babası Dursun, oğlu Aziz, genç bir jonklör ve bayan yardımcılarından oluşan küçük bir gruptu. Baba Dursun, o sırada Nazilli Sümerbank yemekhanesinde çalışıyordu. Gösterilerdeki “Boncuk” ismiyle yer alır, oyun aralarındaki boşluklarda, para toplar, palyaço benzeri komiklikler yapar, arada bir poposundaki ampulü yakıp izleyicileri güldürürdü. Oğlu Aziz ise Nazilli belediyesinde çalışıyordu. Gösterilerin en önemli oyuncusuydu. en çok alkışı alan, en tehlikeli gösterileri yapan, cambazhanenin bütün yükünü omuzlayan "yıldızı" desek yalan olmazdı. Elinde 5 metreye yakın uzunluktaki, denge sağlamakta kullandığı "terazi" denilen bir sırıkla ip üzerine çıkar, bazen gerçek bazen de numaradan düşecekmiş gibi hareketler yaparak seyircileri heyecanlandırarak gösterisini tamamlardı.
Nazilli'nin son cambazı rahmetli Aziz Ufukoğlu.
Cambaz gösterileri açık alanda yapıldığından giriş ücreti alınmazdı. Oynanan her bölüm sonrası izleyiciler arasında şapka dolaştırarak para toplanırdı. Program boyunca toplamda 4-5 kere para toplanır, isteyenler verir, istemeyen vermez ısrar edilmezdi. Cambaz gösterileri programı bir ay kadar, her gün başka önemli bir ana gösteriyle devam ederdi. Her gün gösteri finalinde ertesi gün cambazhane programında neler yapılacağı hakkında bilgi verilirdi. Ana gösteri tahmin ettiğiniz gibi Cambaz Aziz’in gösterisiydi. İlk günlerde ip üzerinde köprü kurmak gibi nispeten kolay akrobatik hareketlerle başlayan gösteri günler ilerledikçe zorlaşarak devam ederdi. İp üzerinde bisiklete binmek, ayaklarının altına gazoz şişesi bağlayarak ip üstünde yürümek, gözleri bağlı gaz tenekesi içine girip ip üzerinde sıçrayarak ilerlemek, bacaklarına bağlı su dolu 18 kiloluk yağ tenekeleriyle yürümek gibi Cambaz Aziz’e gerçekten zor anlar yaşatıp, aşırı terleten gösteriler son gün, boncuk rolündeki Cambaz Dursun’un gösteri sürecinde gömülü kaldığı, mezardan sağ salim çıktığı ve cambazın gerili ip üzerinde sırtında taşıdığı koyunu, tam ortada kestiği, herkesin heyecandan nefesini tuttuğu final sahneleriyle sonuçlanırdı.
Anlattığım bölüm sadece Sümer mahallesindeki gösterilerdendi muhtemelen aynı gösteriler Nazilli’nin başka mahallelerinde, belki de yakın köylerde aynı ekipten oluşan cambazhanede tekrarlanıyordu. Nitekim bu ekibin Şirinevler mahallesi civarında yaptığı birkaç gösteriyi de izlemiştim.
Nazilli Cambazları Dursun amca ve oğlu Aziz anılarımızda güzel izler bırakıp yıllar önce rahmetli oldular. İkisine de Allah rahmet eylesin. Bu notum da İLHAN ÖDEN 'den "Bir zamanlar Nazilli" panosuna iğnelenmiş, renkli bir hatıra olarak kalsın. Sevgiler...

28 Temmuz 2025 Pazartesi

AĞUSTOS BÖCEĞİ ve KARINCA (Büyüklere Masallar)

 



Karınca, ömrü boyunca durmadan çalışmış. Sigorta primlerini düzenli olarak ödemiş. Emeklilik şartlarını yerine getirdiğinde müracaat edip emekli olmuş. İstenenden daha yüksek prim ödediğinden ve öngörülenden daha çok günü olduğundan emekliliğinde ihtiyaçlarını rahatça karşılayacak kadar maaş alıyormuş. Bu yüzden kendi kendine “ iyi ki çalışmışım, iyi ki tavandan prim ödemişim, emeklilik yaşamımda sıkıntı çekmeden yaşayacağım” diye seviniyormuş. Ağustos böceği ise ömrü boyunca çalgı, çengi işi buldukça çalışmış, iş olmadığında yan gelip sazını çalmaya, gününü gün etmeye devam etmiş. Yaşı geldiğinde emekli olmasına zar zor yetecek kadar prim ve gün sayısını zorla denkleştirebilmiş. Emekli olduğunda zorunlu ihtiyaçlarını bile zor karşılayan, tabandan düşük maaş bağlamışlar.
Yıllar geçtikçe hayat giderek zorlaşmaya, her şey pahalanmaya, Karıncanın emekli maaşı pahalılık karşısında erimeye başlamış. Emekli maaşları her yıl tespit edilen yıllık enflasyona göre hesaplandıkça karınca biraz daha fakirleştiğini hissediyor, üzülüyormuş.
Ağustos böceği ise halinden pek memnun olmasa da, maaşının giderek Karıncanın maaşına yaklaştığını görüyor içten içe “ iyi ki Karınca gibi ömrümü çalışmakla geçirip kendimi yıpratıp, yormamışım, işte sonunda aramızda önemli bir maaş farkı kalmadı” diye söylenip seviniyormuş…
Masaldan yazacaklarım şimdilik bu kadar çünkü masal halen devam ediyor.
Gönlüm masalın sonucunda, Ağustos böceğinin de, Karıncanın da huzurlu ve rahat bir şekilde yaşamalarını sağlayacak düzenlemelerin “Karıncaların geçmiş hizmetlerinin ve ödemelerinin gözetilerek” yapılmasından yana… Umarım düzenlemeyi yapacaklar, Karıncalarla, Ağustos böceklerinin “farklı türler” oldukları gerçeğini göz ardı etmeden gerekeni yaparlar. İLHAN ÖDEN

24 Temmuz 2025 Perşembe

KORUK SUYU (Geçmiş zaman notları)

 

Eski Nazilli’nin sıcak günlerinin bir numaralı içeceğiydi. Özellikle çarşı içindeki esnaf kahvelerinde yaparlardı. Rakı bardağı gibi bardaklarla servis edilirdi. Ne kadar soğuk olursa o kadar güzel olurdu. Limonatayı andıran ama kendine özgü, içenin bir bardak daha içesini getiren buruk bir tadı vardı. En son, sürekli et aldığım Büşra kasap Ünal kardeşim ısmarlamıştı. “Abi etler hazırlanana kadar bir şey içer misin?” diye sorduğunda çay, kahve kastediyor zannederek “teşekkür ederim, gerek yok” demiştim. “Sana koruk suyu söyleyeyim” deyince, artık benim için reddedilmesi imkansız bir teklif olmuştu. Yazları Kuşadası'nda olduğumdan o zamandan beri koruk şerbeti içme fırsatım olmadı. Zahmetli oluşu ve sürekli koruk bulabilme zorluğu sebebiyle Nazilli’de hala yapan var mı bilmiyorum. Varsa bir bardak da benim için içiverin.
Koruk deyince aklıma geldi, küçükken koruk asmasından tam irileşmemiş bir salkım koruk koparır, yıkar, tek tek ayıklar, ıslak ıslak bir litrelik cam kavanoza koyar, dişimiz kamaşmasın diye yarım tatlı kaşığı da tuz ekler kapağını kapatır, kavanozu hızlı hızlı sallar hafifçe ezilen koruk tanelerine bulaşan tuzla karışık yüzümüzü buruştura buruştura yerdik. Güzel olurdu. Siz de yapar mıydınız? Yapmadıysanız yarın deneyin. İLHAN ÖDEN

23 Temmuz 2025 Çarşamba

ECZA DOLABI (Geçmiş zaman notları)

Bir zamanlar hemen her evde ve iş yerlerinde duvara monte edilmiş ecza dolapları olurdu. Bir kaza olsa hemen bu dolaplara koşulur içindeki ilaçlarla müdahale edilirdi. O zamanlar son kullanma tarihinin önemi bilinmediğinden içindeki ilaçlar 3-5 sene, hatta bitinceye kadar kullanılırdı. Ecza dolaplarının demirbaş ilaçlarından bazılarının fotoğraflarını yukarıya koydum.

Başımız ağrıdığında, dişimiz, ağrıdığında, ayağımız... kısaca neremiz ağrısa Aspirin içirirlerdi. Büyükler genellikle  Gripin ve Panalgin'i tercih ederlerdi. Karnımız ağrıdığında, üşüme titreme olduğunda Kinin hapı içerdik. Daha ciddi durumlarda popodan Penisilin iğnesi yemek kaçınılmazdı. Top oynarken düştün dizin yaralandıysa önce Oksijenli su arkasından Yara tozu ekilirdi. Yara tozu sünnet sonrasının ilk sıradaki ilacıydı. Elin mi kesildi, ayağına cam mı battı hemen Tentürdiyotlu pamuk basılırdı. Gece öksürük tuttu uyuyamıyorsan Öksürük şurubunu dayarlardı. Sırtımızı Tentürdiyotla satranç masası gibi çizerlerdi. İltihaplı yaralar ve sivilceler için "Kara merhem" kullanılırdı. Ecza dolabının demirbaş ilaçlarından birisi de buharlaşan merhem Vicks idi o kullanım yeri oldukça fazla, adeta sihirli bir ilaçtı. Soğuk algınlığından, nefes darlığına hatta sinek ısırığına bile kullanılırdı. Yeniler çok şaşıracak ama bu ilaçlar o zamanlar bakkallarda bile satılıyordu.

Bunların yanında bir de analarımızın bilip uyguladığı, boğazımız ağrıdığında tülbentle mavi ispirtolu pamuk bağlamak, kafayı bir yere vurduğumuzda ekmek çiğneyip bağlamak, ayağımızı burktuğumuzda tuzla soğanı dövüp lapa yapıp ayak bileğine sarmak, saçkıran'a sarımsak sürtmek, arı soktuğunda bıçak ya da çamur basmak, güneş yanığına yoğurt sürmek gibi gayri tıbbi ama etkili yöntemler de vardı. 

Koca bir nesil bu ilaçlarla büyüdük. Hastanelik olmadıktan sonra başka ilaç da görmedik. Okulda bütün öğrenciler, askerde bütün tabur ilaçla silinen aynı şırıngayla aşılar olduk, hala yaşıyoruz, nasıl ölmedik?

Aradan yıllar geçti artık evlerde Ecza dolabı kullanılmıyor. Zaten o zaman kullanılan ilaçların aslında faydadan çok zararları olduğu anlaşıldı. Öksürük şurubu meğer uyuşturucuymuş, oksijenli su ve tentürdiyot mikroplarla birlikte sağlıklı hücreleri de öldürüyormuş, Panalgin sigara gibi ikram edilen bir şey olmuş...

Kullanımlarını bırakın, çoğunun üretimi bile yasaklandı. Aspirin ve Penisilin türevleri dışında artık hiç biri eczanelerde bile bulunmuyor. Sevgiyle kalın. İLHAN ÖDEN

Henüz yorum yok

İlk yorum yapan sen ol.

Yorumlar

Henüz yorum yok

İlk yorum yapan sen ol.

21 Temmuz 2025 Pazartesi

HAVADAN, SUDAN... (Geçmiş zaman notları)


Su hayatın kaynağı, olmazsa olmazı. İnsanların, hayvanların, bitkilerin ortak yaşam kaynağıydı. Şimdi ise piyasanın en gözde ticari ürünlerden biri. Bazı restoranlarda 1 litre suyun, neredeyse 1 litre benzin fiyatına satıldığını görüyor gelecek nesiller adına korkuyor, üzülüyorum. Biz susamış birine su vermenin en büyük sevap, su karşılığında para almanın en büyük ayıp sayıldığı, suyun ileride ticari ürün olabileceğini aklın ucundan bile geçmeyen nesillerin çocuklarıyız.
Hatırladığım ilk günlerde sıradan evlerde çeşme yoktu. Kullanma suyunun bahçelerdeki tulumbalardan, içme suyunun, köşe başlarındaki sokak çeşmelerinden testilere doldurularak alındığı, belediyelerin sokak çeşmelerini ücretsiz bir halk hizmeti olarak sunduğu günlerdi. Eski Nazilli sulak bir yer olduğundan bazı evlerin artezyen suları, bahçe duvarlarından yola doğru uzanan musluksuz borulardan bütün gün kesintisiz akardı. Artezyen suları içilir, temizlik, bahçe sulama gibi işlerde sınırsız kullanırdı. Hayvan sahipleri de sürekli akan artezyen suyu önündeki yalaklarda hayvanlarını sulardı. Çarşıda, pazar yerlerinde, Cami avlularında, bazı dükkanların önünde, "hayrat" su sebilleri bulunur, susayanlar ince bir zincirle ana gövdeye bağlı tası soğuk suyla doldurup kana kana içerlerdi. Yol kenarlarında, bahçe ve tarla yollarında minik bir ev şeklinde yapılmış korunaklar içinde yolcuların, tarla ve bahçelerde çalışanların içmeleri için küplere doldurulmuş içme suları bırakılır susayanlar serin küp suyundan içip serinlerlerdi.
Yukarıda yazdığım su içilen tüm yerlerdeki suyun tek karşılığı “Allah sular kadar ömür versin, Allah yapanlardan razı olsun, Allah ne muradınız varsa versin” gibi dualardan başka bir şey değildi.
Zamanla su, sokaklardan evlere girdi. Su eve girince kolay ulaşılır oldu. Yemekte, çayda, bulaşıkta, banyoda, tuvalette suyu zahmetsiz kullanır olduk. "Zahmetsiz olan, değersiz olur" derler. Elimizi, yüzümüzü başka yerlerimizi yıkadığımız suyu artık beğenmez olduk.
Önce At arabasına sonra jiplere yüklenen teneke damacanalarla, çevre köylerden doldurulan kireci az, daha yumuşak suları satın alıp toprak küplere doldurarak içmeye başladık. Yumuşak suya alışınca, sanki sucu gelmezse susuzluktan ölecekmişiz gibi yolunu gözler olduk.
Evde iyi su içen, dışarıda kaba su içer mi? İçmez tabi ki, artık kahvehanelerde, kahvenin yanında cam şişede alüminyum kapaklı şişe suyu gelir oldu. Şişe suyunun kahvehane ürün envanterine girişi adeta su tarihimizin "miladı" oldu. Arkasından lokantalara, pastanelere giren şişe suyu, asıl patlamayı düğün salonu masalarına dizilmeye başlayınca yaptı. Artık çocuklar bile şişe suyu içmeye başlamıştı. Evdeki su iyice gözden düşmüştü. Kimse su doldurmaz, araba ve halı yıkamaktan başka amaçla kullanılmaz olunca, belediyeler ihtiyaç kalmadığı gerekçesiyle sokak çeşmelerini kaldırıp, şehrin merkezi yerlerine “iyi su” çeşmeleri koydu. Artık iyi suya alışmayan, içmeyen kalmamıştı...
Sonra cam şişelerin, teneke damacanaların yerini pet şişe ve pet damacanalar aldı. Vatandaş alışıncaya kadar fiyatları makul tutup, zaman içinde bugün şikayet ettiğimiz seviyelere çıkardılar. Artık dar gelirliler, ticari suları içemez hale geldiler. Şimdilik belediyelerin nispeten ucuz sularıyla idare ediyorlar. Onlarda olmasa, tekrar çeşme suyuna dönecekler ama artık çeşme suları da eskisi kadar sağlıklı değil. Çevre kirliliği yeraltı sularını çok etkiledi.
Geriye arıtma cihazları kalıyor ama onların da ne derece ekonomik ve sağlıklı oldukları tartışılır. Bazıları 1 litre temiz su için 5 litreden fazla atık su çıkarıyormuş. O da başka bir israf konusu.
Yazımın başında belirttim, biz çocukken suyu tüm insanlığa "Allah'ın bahşettiği bir nimet" olarak görüyor, asla alınıp satılan bir ürün olmayacağını zannediyorduk. Bugün yanıldığımızı geç de olsa anladık. Şimdi soluduğumuz ve giderek biraz daha çok kirlenen havanın da alınıp, satılacak bir ürün olmadığını düşünüyoruz. Lakin. yakın zamanda havayı da “Torosların bol oksijenli havası” reklamlarıyla satmaya başlarlarsa şaşırmayalım. Korku ve üzüntümün sebebi budur. Sağlıcakla kalın. İLHAN ÖDEN

15 Temmuz 2025 Salı

AYILAR VE AYICILAR (Geçmiş zaman notları)

 AYILAR VE AYICILAR (Geçmiş zaman notları)

50 yaşından küçükler bilmezler eskiden göçebe ayıcılar vardı. Şehir, şehir gezerler, sokaklarda dolaşarak çevrelerinde meraklı birkaç kişi toplandığında burnundaki halkaya bağlı zincir ile hareketleri kısıtlanmış ayılarını oynatır karşılığında para ve ekmek toplarlardı. Nazilli Sümerbank lojmanları da Ayıcıların sık sık uğradığı yerlerden biriydi. Ayıcı elinde büyükçe bir sopa ve kalbur çemberine gerilmiş kuzu derili, zilsiz ama kocaman bir tef ile yürür, koluna bağlı zincirle tuttuğu ayı da arkasından takip ederdi. Ayıcı ve ayısı sokaklarda ilerledikçe peşlerine takılan çocuk alayı da onları takip ederdi. Yolda ya da kapı önlerinde bekleyen meraklı büyüklere rastladıkça, çevrelerini saran çocuk ve meraklı büyüklerden oluşan insan halkasının ortasında ayısına öğrettiği bir kaç küçük numarayla gösterisini yapar bahşişini ve ekmeğini toplardı. Ekmek parçalarını sanırım ayısını beslemek için toplarlar boyunlarına asılı kirli torbalarında biriktirirlerdi. Aklımda kaldığı kadarıyla gösterileri "Hamamda kadınlar nasıl bayılır" ve tef eşliğinde ayının zıplayarak yaptığı dans ile sınırlıydı. Arada bizim de tefin ritmine kendimizi kaptırıp farkında olmadan ayıyla beraber oynadığımız olurdu. Bazen nispeten daha yüklü bahşiş karşılığında sırtı ya da beli ağrıyanlar, yere serilen eski bir çuval üzerine uzanır ayıya kendilerini çiğnetir masaj yaptırırlardı. Ayıların yaptığı masajın kronik bel ağrısına iyi geldiği söylenirdi. Ne kadar doğru bilmiyorum.
Aslında hep merak ederdim, ayı gerçek mi, yoksa ayı postuna bürünmüş insan mı diye? Genelde ayıcıların yanında 4-5 yaşında küçük ayılar olurdu onlar hem sevimli hem de gerçekliği kesin ayılardı, çekinmeden dokunur, okşardık. Bazılarının boyu ayıcının boyundan bile uzun olur yanına yaklaşmaya korkardık. Sanırım Müjdat Gezen oynadığı Gırgıriye serisinden bir filminde ayı postuna bürünmüştü. Filmi izlediğimde şüphelerimde haklı olabileceğimi anlamıştım.
1980 sonrası ayı oynatmak yasaklandı, ayılar merkezlerde toplanıp rehabilitasyon sonrası Uludağ gibi yaşama koşullarına uygun yerlerde doğaya salındılar. Ayıcılık da çocukluk anılarımızda ve tarih sayfalarında küçük bir anekdot olarak kalmış oldu. İlhan Öden