1950-55 yılları Nazilli Sümerspor ile
maçımız var, fabrikanın önüne geldik devasa bir kapı, iki tarafında üniformalı
muhafızlar. Büyük kapıdan içeri girerken tam karşımızda bir Atatürk büstü var.
Gür kaşları çatık, bize bakıyor. İster istemez etkileniyor, yürüyüşümüz
değişiyor, kıyafetlerimize hafiften çeki düzen veriyoruz.
Fabrika futbol sahası iki
yüz metre kadar içeride. Biraz yürüyeceğiz... Önümüzde adeta cam gibi
düzgün beton bir yol. Böylesi büyük şehirlerde bile yok. Karşıda bir hastane,
şaşırıyoruz. Gürültüyle çalışan makinelerin arasından geçeceğimizi zannederken,
kendimizi her tarafı güller, çiçekler, yemyeşil yaban mersinleri ve büyük çam
ağaçları arasında adeta minik bir cennette buluyoruz.
Kafamız karışıyor. Sol tarafta büyük bir
salon, acaba içeride neler var? Derken önümüze bir yazlık sinema çıkıyor. Biraz
içeri giriyoruz, bir paten pisti yolumuzu kesiyor, sağ tarafa bakıyorum bir
tenis kortu, basketbol, voleybol sahaları, hepsinin zemini kırmızı
topraktan… İleride Amerikan bar gibi bir yer var. Önünde masatenisi,
bilardo, langırt masaları... Pikapta bir Zeki Müren şarkısı, yan tarafta şık
bayanlar oturmuş, ortası kadın heykelli havuza karşı kahvelerini içiyorlar. İlerde
bir Aslan başı var ağzından havuza su akıtıyor...
Maç yapmaya gelirken
"Türkiye'nin en iyi zeminli futbol sahasında top oynayacağımızı biliyordum
ama daha sahaya varmadan, kafamda buranın her köşesinin çok farklı ve benzersiz
olduğu fikri oluştu. Yürüyoruz, karşıdaki istasyona üç vagonlu yeşil bir tren
yanaşıyor. Saat on dört kırk beş… Trenden inen telaşlı kişiler işe yetişmek
için hızlı adımlarla fabrikanın olduğu yöne doğru yürüyorlar, bazıları sol
tarafta zincirle basitçe kapatılmış stadyum kapısından içeri giriyorlar.
Sanırım, şehirden maçı izlemeye gelenler.
Elimizde spor çantalarıyla içeri giriyoruz.
Sümerspor'lu yöneticiler kapıya yakın kalenin arkasında bizi karşılıyorlar.
Samimi ve güler yüzlü bir karşılama. Sonuçta bir dostluk maçı oynanacak... Saha
kenarında büyük okaliptüs ağaçlarının gölgesinde, yine okaliptüs ağaçlarının
sağlam kerestelerinden yapılma basit bir tahta tribün var. Stadyumda
hiç boş yer yok, tribünün arkası bile tamamen dolmuş. Futbol alanı ile
seyirciler arasında bir engel yok, önlerinden geçerek soyunma odalarının olduğu
spor salonuna doğru yürüyoruz. Bizi alkışlayıp, sevgi gösterilerinde
bulunuyorlar. Bazıları da "sizi yeneceğiz" gibi esprili laflar
atıyorlar. Bir kaç delikanlı seyircilere fabrikanın gazoz imalathanesinde
şişelere basılan gazozlardan satıyor. "Maç başlayınca bize bu şişelerden
atarlar mı?" gibi bir korku aklımızın kenarından bile geçmiyor.
Spor salonun tüm duvarlarına Nazilli
Sümerspor'un çeşitli müsabaka ve şampiyonalarda kazandığı kupalarla dolu
vitrinler sıralanmış. "Bu kadar kupa bizim kulüpte bile yok" diyorum
içimden. Soyunma odasının arkasındaki banyoda devasa bir termosifon var
fabrikanın atık ağaç takozlarıyla yakılmış gürül gürül yanıyor. Belli ki bizi
adam akıllı terletecekler.
Soyunduk, maçtan önce zemini kontrol
etmek için dışarı çıktık. Futbol sahasının içinde bir itfaiye aracı su
püskürterek fırıl fırıl dönüyor. Her yer çamur olacak diye ödümüz kopuyor.
Meğer burada maçtan önce toz olmasın diye mutlaka sahayı sularlarmış. Futbol
sahasının zemini geçirgen olarak yapıldığından asla çamur olmazmış. Bunu
öğrenince seviniyoruz.
Artık maç başlayacak yavaş yavaş,
seremoniye hazırlanıyoruz. Sümerspor'lu sporcular Lacivert, Beyaz
formalarını giymişler. Formaları yeni, ayakkabıları boyalı… Sahaya çıkmak için
birlikte sıra oluyoruz, sporcularla ara sıra göz göze geliyoruz hepsi canavar
gibi belli ki idmanlılar, kolay maç olmayacak. Hakemler geliyor, koşarak sahaya
çıkıyoruz. Dizilip seyircileri selamlıyoruz. O da ne? Fabrika bandosu İstiklal
marşını çalıyor. Seyirciler hep birlikte istiklal marşını söylemeye başlıyor.
Bizde onlara eşlik ediyoruz...
Rakip en az bizim kadar güçlü seyirci
ve maç boyunca susmayan bandonun desteğiyle maça asılıyorlar. Biz gol attıkça
onlar karşılık veriyorlar. Maçta sertlik yok centilmence bir mücadele oluyor.
İlk devreyi tamamladık.
Devre arası itfaiye yine sahayı
sulamaya başladı, bando da saha kenarında çalıp, seyircileri coşturmaya devam
ediyor. Bize çay ve serin su ikram ettiler, meğer fabrikanın bir de buzhanesi
varmış. Suları, satılan gazozları o buzlarla soğutuyorlarmış.
Biz ilk yarıda giydiğimiz terli
formalarla, ikinci yarı için sahaya çıktık, Sümerspor'lu futbolculara yeni
forma giydirmişler. Kıskanmadık desem yalan olur. Neyse ikinci yarı başladı
rakip yine aynı disiplinle mücadele ediyor. Gözüme batan iki, üç genç oyuncu
var ki onların ayarında oyuncu bizim takımda bile yok.
Maç yine karşılıklı pozisyonlarla
dengeli bir şekilde devam ediyor. Artık son dakikalar yaklaştı. Sümerspor tek
farkla önde... Maç böyle bitecek diye düşünürken tartışmalı bir penaltı oldu.
Gole çevirdik. Maç berabere bitti. Burada hakemler centilmenlik gereği, misafir
takımlara biraz esneklik yaparlarmış.
Sonuçtan iki takım da memnun bir şekilde ve seyircilerin alkışları
arasında soyunma odasına gittik. Banyodaki dev termosifonun gövdesi kor gibi
kıpkırmızı olmuş. İki takım değil, dört takım daha gelip yıkansa yetecek kadar
sıcak su var.
Duşumuzu aldık, giyindik bizi fabrikanın
tabldotuna götürdüler, Sümerspor'lu yöneticiler ve sporcularla birlikte bir
yemek yedik. Yemekleri fabrikanın aşçıları yapıyormuş, Menü de, mercimek
çorbası, dalyan köfte ve künarlı, kuş üzümlü pilav var. Daha önce dalyan köfte
hiç yememiştim, tadı damağımda kaldı.
Sonra fabrikanın bahçesine geçtik,
fabrikanın orkestrası, alçak beton bir sahnede caz parçaları çalıyordu.
Dikkatimi çekti gündüz bizimle maç yapan Sümerspor'lu sporculardan biri
orkestrada piyano çalıyordu, çok şaşırdım.
Yöneticiler ve Sümerspor’lu sporcularla
sohbet ettik. Fabrikada hafif işlerde çalıştıklarını, ortamdan ve ücretlerinden
memnun olduklarını söylediler. Biz de çoğu profesyonel kulüpte böyle bir
ortamın olmadığından bahsettik. Çay, kahve ve dondurma ikram ettiler. Gecenin
sonunda terli formalarımızı, havlu ve çoraplarımızı yıkanmak üzere fabrika
çamaşırhanesine bıraktık. Bizi fabrikanın karşısındaki misafirhaneye
götürdüler. Demir somyalı, bembeyaz nevresimleri olan iki yataklı küçük odalara
dağılıp yattık. Nazilli'ye gelirken hiç düşünmediğimiz, bir Avrupa ülkesinde
bile göremeyeceğimiz şekilde ağırlanmıştık.
Ertesi sabah fabrika müdürü takımımızı
makamında kabul etti, bizleri onurlandıran bir konuşma yapıp
teşekkür etti. Müdür Bey’e memnuniyetimizi belirtik.
Misafirperverlikleri için teşekkür ettik. Bize yine fabrika lokalinde kahvaltı
ikram ettiler. Çamaşırhanede yıkanıp ütülenmiş malzemelerimizi teslim aldık.
Otobüsümüze doğru ilerlerken, kafamızda
getirdiğimiz "Küçük kasaba " imajından eser kalmamıştı. Nazilli'de
beklemediğimiz kadar iyi ağırlanmış, beklemediğimiz kadar güçlü ve büyük bir
kulüple maç yapmıştık. Daha sonra o gün bize karşı oynayan oyunculardan
birkaçı Beşiktaş, Galatasaray, Altay, Göztepe, Fenerbahçe gibi büyük profesyonel
takımlara transfer olup milli takım seviyesine kadar yükseldiler.
Nazilli'den böyle olumlu izlenimlerle
ayrılırken; Burada yaşadıklarımı başka birinden duysaydım kesinlikle
inanmazdım. Anadolu'nun ortasında bir Fabrika'nın neleri
değiştirebileceğini görerek ve yaşayarak öğrenmiş oldum.
Not: Yukarıdaki yazımı, Sümerspor'lu
sporcu ağabeylerimden, Sümerbank'lı büyüklerimden ve ailemden öğrendiklerimin
üzerine, gözlemlerimden edindiğim izlenimleri ekleyerek yazdım.
İlhan Öden
Nazilli Sümerbanklılar derneği kurucu başkanı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder