22 Haziran 2025 Pazar

ESKİ NAZİLLİ PAZARLARI


 1963 yıllarıydı. O zamanlar Aşağı Nazilli'de  Çarşamba pazarı,  Yukarı Nazilli'de Perşembe pazarı kurulur, şehirde başka yerde pazar kurulmazdı. Çarşamba pazarı Sümerbank lojmanlarına yürüme mesafesi olarak yakındı ama pazar alışverişlerini elde taşımak için çok uzaktı.

Gıdı gıdı treniyle Perşembe pazarına gider, dönüşte komşularımızla anlaşır, pazardan sonra hepimiz aynı faytona biner,  biraz fazla ödeme yaparak neredeyse kapımıza kadar faytonla gelirdik.

 Paranın değerli olduğu günlerdi, rahmetli annemle 5 lirayla pazara gider haftalık ihtiyaçlarımızın hepsini alırdık. O zamanlar sera falan yoktu. Her şey zamanında alınır tüketilirdi. Mevsiminde ilk çıkan meyve ve sebzelere "Turfanda" denirdi.

 Minik bir sepetim vardı. Pazara girince annem en önce kiraz, çilek gibi meyvelerden alır sepetime koyar, "Sen bunları taşı bana yardım et" derdi. O zaman henüz kimyasal ilaçlar, gübreler bu kadar yaygın değildi.  Hem pazarı gezer, hem de sepetimdeki meyvelerden birer ikişer yerdim.

 Özlediğimizden mi bilmem, turfanda domatesin, biberin, salatalığın tadı, kokusu bile şimdikilerden çok farklıydı. Çilekler şeker gibi, kayısılar, şeftaliler mis gibi kokar, lokum gibi tatlı olurdu. O yıllarda ithal muz yoktu. Yerli Anamur muzları, parmak kadar küçük, hıyarlar ise 30 santim kadar uzundu. Muz ancak zenginlerin sofralarını süsleyen pahalı bir meyveydi. 

Sokaklarda, köşe başlarında el arabasıyla dolaşarak, soyup, tuzlayıp salatalık  satan  seyyar satıcılar olurdu.

Annem seyyar arabalarda satılan el yapımı sifonlu Nazilli gazozundan birer bardak alır beraber içerdik. Bir musluktan tatlı şurup, bir musluktan soda akardı. Gazozun tat ayarını biraz ondan, biraz diğerinden koyarak gazozcu yapardı. 

Buzdolabının henüz evlere girmediği günlerdi...
Karcılar, kışın kar yağdığında, dağların kuytu yerlerinde açtıkları büyük çukurlara doldurup sıkıca bastıkları karları, üzerini dallarla örtüp, yaza kadar saklayıp, yazın eşek sırtında çuvallarla pazara getirip, satarlardı. Sıcaktan susayanlara verdikleri para karşılığı kadar karı, odun testeresiyle keserek verirlerdi... Alanlar karları ısırarak, emerek sularını akıta akıta yerlerdi. 

Ellerinde kullanılmış rakı şişelerine doldurulmuş kara sülükleri, şişeleri birbirine vurarak satan sülükçüler...

Avazı çıktığı kadar bağırarak "Bodrum hakiminin canına nasıl kıydığı"  gibi şeyler yazan , matbaa baskısı destanları satmaya çalışan karanlık tipli destancılar...

Köşe başında yeni çıkacak "ne yağı olduğu belirsiz" margarinleri ekmeğe sürüp tattıran seyyar reklamcılar...

O günlerin Nazilli Perşembe pazarından aklımda kalanlar anekdotlar...

Alışverişimiz bittiğinde...
Şimdiki Nazilli belediye binasının olduğu yerdeki, çay bahçesinin önündeki duraktan, faytona binerdik. Belediye otobüsü pazar sepetlerini almazdı. Hava iyi olduğunda faytona binmek güzel olurdu ama tren köprüsü yokuşundan inerken fayton, dolu ve ağır olduğundan, hele yerler de ıslaksa, atlar kayar tehlikeli durumlar yaşanırdı.

 Yokuşu kazasız belasız inince faytoncu "Deah... cuk cuk cuk..." diye öpücük atar gibi sesler çıkararak atları kırbaçlar aşağı Nazilli'ye doğru hızlanırdık...  İLHAN ÖDEN

GÜNDÖNDÜ


 GÜNDÖNDÜ

Bizim çocukluğumuzda, Nazilli Sümerbank lojman bahçelerinin olmazsa olmazıydı Ayçiçekleri.
Herkes dikerdi; bazıları tepsi gibi kocaman olurdu.
Yazlık fabrika sinemasına gitmeden önce bir tanesini koparıp bıçakla üçgen dilimlere ayırır, arkadaşlarla bölüşürdük.
Çekirdeklerini, kelledeki yuvalarından tek tek çıkarır, çiğ çiğ yerdik. Kenardakiler dolgun olurdu, ortalara geldikçe tazecik, yumuşak.
Siyah olanlar dudaklarımızı, parmaklarımızı boyardı.
Ama en güzeli neydi bilir misiniz?
Sabahları doğuya dönerdi o dev çiçek kafaları, akşama kadar usul usul güneşi takip edip batıya dönerdi.
Belki de bu yüzden biz, onlara “Ayçiçeği” değil, Gündöndü derdik.
Çekirdekten öte, çocukluğumuzun aydınlığa bakan yüzüydü o… İlhan ÖDEN

16 Haziran 2025 Pazartesi

HEP BANA... YOK SANA !

 Aşağıdaki şema kapatılan Nazilli basma fabrikasının arazilerinin ne kadar "ADİL" dağıtıldığını gösteriyor.

KUŞADASI SÜMERBANK KAMPI: Nazilli fabrikasının çalışanları için yapılmış, sonradan genel olarak Sümerbank'lıların hizmetine açılmıştı. Kapatılıncaya kadar tüm masrafları Nazilli Sümerbank tarafından karşılandı. Kampı Sümerbank çalışanlarının kurduğu Sümerbank vakfı bedelini ödeyerek almak istedi ama ihaleye bile sokmadan bedelsiz Aydın özel idaresine verildi.

SÜMERBANK LOJMAN ALANLARI: Önce Nazilli belediyesine verildi, mahkeme sonucunda Aydın büyükşehir belediyesi mülkiyetine geçti. (200 dönüm)

BASMA FABRİKASI ARAZİSİ: "Fabrikayı kapattık ama yerine üniversite açacağız, ilk etapta 3000 öğrenci daha sonra 5000 öğrenci olacak, Nazilli öğrenci kenti olacak, fabrikanın kapatılmasından etkilenmeyecek" dediler. Bedelsiz olarak Adnan Menderes üniversitesine verdiler. Şimdi tam sayıyı bilmiyorum ama tahminen 300 öğrenci ancak vardır. Öğrenci sayısı artmak yerine her yıl biraz daha azalıyor. (200 Dönüm)

GIDI GIDI YOLU: Nazilli belediyesine verildi, SİT korumasında alınıp satılmaz. Maddi olarak hiç bir değer ifade etmiyor.

Polis okulu' da böyle gitti, okul yıkılacak yeniden yapılacak dediler. Biz "okul yıkılırsa bir daha yapılmaz" dedik. "Okul yapılınca yazdıklarınızdan utanacaksınız" dediler. Mesajlar hala duruyor. Polis okulu uçtu gitti...

Sümer ilkokulu yıkılırken, tepki gösterilmesin diye "Okul depreme dayanıksız, yıkıp öğretmen evi yapacağız" dediler. Bir kaç sene geçince, Öğretmen evi 'de hayal olup gitti. 
Vilayet olmanın avantajını işte böyle, böyle kullanıyorlar. Nazilli'yi hep aynı taktikle aldatıyorlar...
Yemekleri yiyip bulaşıkları bize yıkatıyorlar.  İLHAN ÖDEN 

NOT: Kuşadası'nın, Nazilli Sümerbank arazileriyle ne ilgisi olabilir? Gibi bir soru akla gelebilir. Sümerbank Fabrika ve tesislerinin hemen hepsi bulundukları yerin belediyelerine bırakıldı. Bursa'da, Denizli'de, Malatya'da... Sümerbank kampı 'da, kamu parasıyla yapılmış bir tesisti. 35-40 yıl Kuşadası'nın bir parçası olarak kullanılmıştı, diğer Sümerbank tesisleri gibi Kuşadası belediyesine bırakılması, "Kamu malının, kamuya iadesi bakımından" daha uygun olurdu. Kuşadası halkının kullanımına açılır, kimse de karşı çıkmazdı.

14 Haziran 2025 Cumartesi

NAZİLLİ


BİR ZAMANLAR İL OLMAYA ADAY BİR İLÇENİN HİKAYESİ
Türkiye'nin batısında, Aydın'ın gözde ilçelerinden biri olan Nazilli, yıllar boyunca sadece coğrafi büyüklüğüyle değil, ekonomik potansiyeli, tarihi zenginliği ve kültürel mirasıyla da dikkat çekti. 1960’lı yıllardan bu yana “il olacak ilçeler” arasında adı sıkça anılan Nazilli, gelişmişlik düzeyi açısından da hep ön sıralarda yer aldı. Ancak bugün bu güzel Ege ilçesi, ziyaretçilerini bambaşka bir yüzle karşılıyor.
Otobandan Nazilli’ye giriş yaptığınızda, aklınızda modernleşmiş, dinamik, canlı bir ilçe görme beklentisi olur. Bu beklentiyle camdan dışarıya bakarken, ilk karşılaştığınız manzara şaşırtıcıdır: Sağda solda uzanan tarım alanları, dar iki şeritli yolun kenarına sıralanmış hayvan pazarı, mezbaha, arıtma tesisi ve eski bir minibüs durağı... Her şey sanki zamanın gerisinde kalmış gibi görünür.
İlerledikçe yol genişler, ağaçlı bir yola girilir. Şehrin merkezine yaklaştığınızı düşünürken, solunuzda yıkılmaya yüz tutmuş bir yapı dikkatinizi çeker. Duvarları dökülmüş, giriş kapısı dut ağaçlarıyla sarmaş dolaş, neredeyse doğaya karışmış bir harabe... Bir an duraksar, gözlerinizi ovuşturursunuz. “Burası o meşhur Nazilli Basma Fabrikası olamaz” dersiniz.

(Nazilli basma fabrikasının yok oluşunu, "Nizamiye kapısının adeta bir mezar taşına benzeterek" vurgulayan ironik çalışmam.)

Ama orasıdır..
Bir zamanlar sadece Türkiye’nin değil, dünyanın kalkınma hamlelerinde örnek gösterilen Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası... Binlerce işçinin çalıştığı, ülkenin sanayileşme sürecine katkı sunan, bölgeye hayat veren o büyük tesis; bugün terk edilmiş, unutulmuş, çürümeye bırakılmıştır. Bu sadece bir yapının değil, bir dönemin, bir ideali temsil eden belleğin çöküşüdür.
Otobüs ilerlerken kırmızı ışıkta durur. Sağda, çalılarla çevrelenmiş yıkık bir okul binası göze çarpar. Eğitim hayatının neşeli anılarını taşıyan o duvarlar şimdi sessizliğe bürünmüş, adeta çocuk seslerini özler gibi…
Şehir merkezine yaklaştıkça dükkânlar görünür, ama pek çoğu kapalıdır. Sanki bir zamanlar cıvıl cıvıl olan sokaklar şimdi sessizliğe bürünmüş. Arada bir iki açık dükkân kalmış, onlar da son bir gayretle ayakta durmaya çalışıyor.
Otobüs, bakımsız bir refüjle ayrılmış ana caddeye girerken hareketlilik biraz artar. Yeni yapılan yüksek binalar göze çarpsa da, kasaba havası hâlâ baskındır. Modernleşme ile gelenek arasında sıkışmış bir yapı gözlenir. Otogar kavşağından geçilip terminale girildiğinde, şehirle ilgili ilk izlenim çoktan zihninize kazınmıştır.
Otobüs yeni yolcular alıp geldiği yoldan geri dönerken, siz de kafanızdaki “Gelişmiş ilçe Nazilli” imajını yavaşça geride bırakırsınız. Aklınızda ise şu sorular kalır:
Nazilli. Acaba ne zaman kendine hak ettiği değeri yeniden verecek? Acaba ne zaman değerlerine sahip çıkacak? İLHAN ÖDEN

1 Haziran 2025 Pazar

LAMEL

 



Fotoğrafını paylaştığım dokuma tezgahı parçasının adı Lamel'dir. Nazilli basma fabrikasında çalışanlar, hangi kısımda çalışırlarsa, çalışsınlar hemen hepsi bu parçayı tanır. Lojmanlarda oturanlar, fabrikada staj yapan öğrencilerin de çoğu bilir.
Adını her Sümerbank'lı bilse de asıl işlevini ancak dokumada çalışanlar bilir. Dokuma tezgâhlarının en küçük, belki de en ucuz parçalarından biri olmasına karşın en önemlilerinden biridir. Görevini herkesin anlayacağı şekilde kısaca anlatacak olursak "dokumayı oluşturan ipliklerden biri koptuğunda hatalı dokuma yapılmasını engelleyen iki sistemden birinin parçasıdır. Kumaşı enlemesine oluşturan ipliğin adı Atkı'dır. Atkı ipliği koptuğunda tezgahı "Atkı Çatalı" ismiyle anılan parça durdurur.
Lameller kumaşı uzunlamasına oluşturan, levent adı verilen büyük makaralara sarılı yüzlerce metre uzunluğundaki haşıllı ipliklerin kontrolcüsüdür. Her iplik, lamelin ortasındaki delikten geçerek dokumanın oluştuğu tezgahın ön kısmına doğru uzanır. Çözgü iplerinden biri herhangi bir sebepten koparsa, lamel testere cihazının hareketli dişlerinin arasında sıkışır, hareket edemeyen testere, tezgahı çalıştıran Avare kolunu düşürüp, tezgahı durdurur. Dokumacı gelir kopan ipliği bağlar geçmesi gereken doğru yerlerden geçirip tezgahı çalıştırır. Lamelin asli görevi bu ama kullanım alanları bu kadarla da sınırlı değildir, onları da yazalım.
Fabrikanın açılışında kurulup çalıştırılan Northrop dokuma tezgahlarının lamelleri sert çeliktendi, çok güzel bıçak olurlardı. Daha sonra piyasadan alınan lameller, sonradan çıkan her şey gibi o kalitede olamadı. Hemen her dokumacının gömlek cebinde lamelden yapılmış bıçaklar olurdu. Kopan ipliklerin taraktan geçtikten sonra kumaş üzerindeki fazlalıklarını kesmekte kullanırlardı. Bazen iplikler birbirine karışır, bazen üzerlerine bir pamuk parçası düşer "boncuk" denilen minik düğümler oluşturur... Böyle durumlarda lamelden yapılmış incecik, neşter gibi bıçaklarla, iplikleri koparmadan düğümler, pamuklar temizlenirdi. Dokuma dışındaki kısımlarda çalışanlarda gömlek ceplerinde kösele zımbalanarak sap yapılmış lamelden bıçaklar taşır. Kalem açmak, meyve soymak gibi işlerde kullanırlardı.
Dokuma tezgahları altı ayda bir revizyon olurdu, biz makine bakımcıydık, laçka olmamış, hafif boşluk olan altı ay kadar idare edebilecek sarı yatakların boşluğunu almak için araya lamel soktuğumuz, yine buna benzer başka zararsız boşlukları almakta ve bir, iki milim yukarı kalkması gereken atkı çatalı, batarya mesnedi gibi parçaların altına sokup kaldırmakta asıl görevinin dışında da dolgu malzemesi olarak imdadımıza yetiştiği olurdu. Aklıma gelenler bunlar ama mutlaka başka amaçla kullanan arkadaşlar da olmuştur. Velhasıl çok fonksiyonel parçalardı lameller...
İşte böyle. Mekik, masura, çarık, arka duvar, vurucu kol, at kafası, sarma cihazı, ördek, nal burnu...
Lamel sadece biri...
Bunlar bizim unutamadığımız eski dostlarımız. Ara sıra hatırlayıp, kulaklarını çınlatmamız lazım. Yoksa gücenirler. İLHAN ÖDEN